Şualar | Birinci Şuâ | 639
(622-665)

Üçüncü âyet ise: Bin üç yüz otuz sekiz (1338) olduğundan hikmet-i Kur’âniyeyi Avrupa hükemasına karşı parlak bir sûrette gösterebilen ve gösteren Risâle-in Nur müellifi “Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye”de hikmet-i Kur’âniyeyi müdafaa etmekle, hatta İngiliz’in baş papazı suâl ettiği ve altı yüz kelime ile cevab istediği altı sualine altı kelime ile cevab vermekle beraber inzivaya girip bütün gayretiyle Kur’ânın ilhamatından Risâle-i Nur’un mes’elelerini iktibasa başladığı aynı tarihe tam tamına tevâfukla remzen bakar.

ON ÜÇÜNCÜ ÂYET:

Sure-i Âl-i İmran’da

ON DÖRDÜNCÜ ÂYET:

Sure-i Nisa’da

Bu iki âyet bu asra da husûsi bakarlar.

Birincisinin meâli gösteriyor ki: Ehl-i dalâlet müteşabihat-ı Kur’âniyeyi yanlış te’vilat ile tahrifine ve şübheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, ilimde rüsuhu bulunan bir taife o müteşabihat-ı Kur’âniyenin hakîki tevillerini beyân edip ve îman ederek o şübehatı izale eder. Bu küllî ma’nanın her asırda mâsadakları ve cüz’iyatları var. Harb-i umûmî vasıtasiyle, bin seneden beri Kur’ân aleyhinde teraküm eden Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şübehatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve itirazları bu zamanda def’eden başta Risâle-in Nur ve şâkirdleri göründüğünden, bu âyet bu asra da baktığından Risâle-in Nur ve şâkirdlerine remzen bakmakla beraber ulema-i müteahhirînin mezhebine göre ’da vakfedilmez. O halde makam-ı cifrîsi aynen


’nın makamı gibi bin üç yüz kırk dört (1344) ederek Resail-in Nur ve şâkirdlerinin meydan-ı mücahede-i ma’nevîyeye atılmaları tarihine tam tamına tevâfukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor.

Səs yoxdur