İman ve Küfür Müvazeneleri | İkinci Söz | 17
(16-18)

Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiye şenliği görüyor. Hem, tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruru ile mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah’a şükreder. Sonra döner, öteki adama rastgelir. Halini anlar. Ona der: “Yâhu sen dîvâne olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki; gülmeyi ağlamak, terhisatı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al. Kalbini temizle. Tâ, şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikatı görebilesin. Zîra nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizamperver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemalât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.” Sonra o bedbahtın aklı başına gelir. Nedamet eder. “Evet, ben işretten dîvâne olmuştum. Allah senden razı olsun ki: Cehennemî bir hâletten beni kurtardın.” der.

Ey nefsim! Bil ki: Evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir mâtemhâne-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müdhiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş’et edip, onu mânen ta’zib eder.

Diğer adam ise; mü’mindir. Cenâb-ı Hâlikı tanır, tasdik eder. O’nun nazarında şu dünya, bir zikirhâne-i Rahman, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydân-ı imtihan-ı ins ü cândır.

Səs yoxdur