İman ve Küfür Müvazeneleri | Sekizinci Söz | 42
(40-48)

İşte bu bedbaht adam, sû’-i zan ile ve akılsızlığı ile, gördüğünü âdi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek! Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor, böylece azab çekiyor. Biz de şu meş’ûmu, bu azabda bırakıp döneceğiz. Tâ, öteki kardeşin hâlini anlayacağız.

İşte şu mübarek akıllı zat gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünki: Güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyâlar eder. Kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünki nizamı bilir, tebaiyet eder. Teshîlât görür. Âsâyiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.

İşte bir bahçeye rastgeldi. İçinde, hem güzel çiçek ve meyveler var. Hem, bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti. Fakat, murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, mîdesini bulandırmış. Hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, “Her şey’in iyisine bak” kâidesiyle amel edip murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor. Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-i azîmeye girdi. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti. Korktu. Fakat biraderi kadar korkmadı. Çünki: Hüsnü zanniyle ve güzel fikriyle; “Şu sahranın bir hâkimi var. Ve bu arslan, o hâkimin taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var” diye düşünüp teselli buldu. Fakat yine kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Biraderi gibi ortasında bir ağaca eli yapıştı; havada muallâk kaldı. Baktı iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti. Fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif.

Səs yoxdur