İman ve Küfür Müvazeneleri | Sekizinci Söz | 45
(40-48)

Kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp, tahkir ediyor. İşte, bu bedbaht dahi öyledir. Ve şu bahtiyar ise, hakikatı görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatın hüsnünü derketmekle, hakikat sahibinin kemâline hürmet eder. Rahmetine müstahak olur. İşte “Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’dan bil” olan hükmü Kur’ânînin sırrı zâhir oluyor. Daha bunlar gibi sâir farkları muvâzene etsen; anlayacaksın ki: Evvelkisinin nefs-i emmâresi, ona bir mânevî Cehennem ihzâr etmiş. Ve ötekisinin hüsnü niyeti ve hüsnü zannı ve hüsnü hasleti ve hüsnü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.

Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!

Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur’ân’ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmiyle amel et.

Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatları eğer fehmettin ise; hakikat-ı dini ve dünyayı ve insanı ve îmânı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim. İncelerini sen kendin istihrac et.

İşte bak! O iki kardeş ise, biri ruh-u mü’min ve kalb-i sâlihtir. Diğeri, ruh-u kâfir ve kalb-i fâsıktır ve o iki tarikten sağ ise, tarik-i Kur’ân ve îmân’dır. Sol ise, tarik-i isyan ve küfrandır. Ve o yoldaki bahçe ise, cem’iyet-i beşeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ı içtimâiyedir ki; hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki:

Səs yoxdur