İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmiüçüncü Söz | 102
(93-122)

Fakat kabûl etmek, hem ayn-ı matlûbu vermek Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: “Ya Hekim! Bana bak.” Hekim: “Lebbeyk” der.. “Ne istersin?” cevap verir. Çocuk: “Şu ilâcı ver bana.” der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahâtına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuriyle ve cevabiyle ünsiyete çevirir. Fakat, insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasiyle ya matlûbunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

Hem, dua bir ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksadlar ise o nevi dua ve ibâdetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil. Meselâ: Yağmur namazı ve duası bir ibâdettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibâdet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa, o dua, o ibâdet hâlis olmadığından kabûle lâyık olmaz. Nasılki güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem Güneşin ve ay’ın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yâni; gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikablanmasiyle bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak ibâdını o vakitte bir nevi ibâdete dâvet eder. Yoksa o namaz, (açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabiyle muayyen olan) ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.

Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bâzı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitler de aczini anlar, dua ile niyaz ile, Kadîr-i Mutlak’ın der gâhına ilticâ eder.

Səs yoxdur