İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmiüçüncü Söz | 109
(93-122)

Eğer o çekirdek, o mânevî cihâzâtını

nın emr-i tekvinîsini imtisal edip hüsnü istimâl etse, o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla küçücük cüz’î hakikatı ve ruh-u mânevîsi, büyük bir hakikat-ı külliye suretini alacaktır.

İşte aynen onun gibi; insanın mâhiyetine, kudretten ehemmiyetli cihâzat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihâzât-ı mânevîyesini nefsin hevesatına sarfetse; bozulan çekirdek gibi bir cüz’î telezzüz için kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i mânevîyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, îmânın ziyâsiyle ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl edip cihâzât-ı mânevîyesini hakikî gâyelerine tevcih etse, elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve ni’metlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-ı dâimenin cihâzâtına câmi kıymettar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzle rini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün incelikleri ne girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflisini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye müsahhar edip yardımcı verse;

Səs yoxdur