İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmiüçüncü Söz | 107
(93-122)

Küfür ise; onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve mânidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zevâl ve firâkın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye ve ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi, bütün kâinatta ve mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemâlleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi inkâr ile tezyif eder. Ve insanlık denilen, bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihâzâtını câmi çekirdekmisal bir mu’cize-i kudret-i bâhire ve emânet-i kübrayı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melâikeye karşı rüchâniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilafet-i arziyeyi, en zelil bir hayvan-ı fânî-i zâilden daha zelil, daha zaif, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar. Ve mânasız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.

Elhasıl: Nefs-i emmâre; tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat îcad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz. Lâkin eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahripden ve nefse îtimaddan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit

sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. “Ahsen-i takvim” kıymetini alır, âlâyı illiyyîne çıkar.

Səs yoxdur