İman ve Küfür Müvazeneleri | Otuzikinci Söz | 175
(166-175)

İkinci âyet ise, yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki, ne kadar ulvî bir hakikatı ifade ediyor. Şöyle ki:

Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: “Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semâvat ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar.” Ve mefhum-u muhâlif ile delâlet ediyor ki: “Ehl-i îmânın dünyadan gitmesiyle, semâvat ve zemin, onların üstünde ağlıyor.” Yâni: Ehl-i dalâlet, madem semâvat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor. Mânalarını bilmiyor. Onların kıymetlerini iskat ediyor. Sâni’lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adâvet ettiğinden elbette semâvat ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder, onların gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhalif ile der: “Semâvat ve arz, ehl-i îmânın ölmesiyle ağlarlar.” Zira ehl-i îmân ise; (çünki) semâvat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarını tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânaları îmân ile anlıyor. “Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar.” diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semâvat ve zemin, ağlar gibi ehl-i îmânın zevaline mahzun oluyorlar.

Səs yoxdur