İşaratu-l İcaz | Giriş | 7
(3-7)

Kırk sene evvel Harb-i Umûmî’de, cephede avcı hattında ba’zan at üstünde te’lif edilen bu İşârâtü’l-İ’caz Tefsirinin bir kısmını Üstadımızdan ders aldık. İlm-i Belâgatı ve kavaid-i Arabiyeyi bilmediğimiz halde, aldığımız ders ile bundaki bir sırr-ı azîmi fehmettik ki; bu İşârâtü’l-İ’caz Tefsiri, hakîkaten hârikadır. Bu tefsir, Kur’ân’ın vücûh-u i’cazından yalnız nazmındaki i’cazı hârika bir tarzda göstermesi münâsebetiyle dört noktayı beyân ediyoruz:

Birincisi: Mâdem Kur’ân kelâmullahtır; umum asırlar üzerinde ve arkasında oturan muhtelif tabaka tabaka olarak dizilmiş bütün nev’-i beşere hitab ediyor, ders veriyor. Hem bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâl’inin kelâmı olarak Rubûbiyetin en yüksek mertebesinden çıkıp, bu binler muhtelif tabaka muhatablarla konuşuyor, umumunun bütün suallerine ve ihtiyaçlarına cevab veriyor; elbette ma’naları, küllî ve umûmîdir. Beşer kelâmı gibi mahsus bir zamana, muayyen bir tâifeye ve cüz’î bir ma’naya inhisar etmiyor. Bütün cin ve insin binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervâhının herbirisine lâyık gıdaları veriyor, dağıtıyor.

İkincisi: Kelâm-ı Ezelî’den gelen ve bütün asırları ve bütün tavâif-i nev-i beşeri muhatab ittihaz eden Kur’ân-ı Hakîm’in gâyet küllî ma’nalarının, cevherlerinin sadefi hükmünde olan lafz-ı Kur’ânî, elbette küllîdir. Yalnız kıraatında herbir harfinin on, yüz, bin ve binler ve eyyâm-ı mübârekede otuz bine kadar sevâb-ı uhrevî ve meyve-i Cennet veren hurûf-u Kur’âniyenin herbirinde mevcûdiyeti kat’i olan i’cazın bir kısmını bu tefsirde gördük.

Üçüncüsü: Bir şeyin hüsn ü cemâli, o şeyin mecmuunda görünür. Cüz’lere ayrıldığı vakit, mecmuunda görünen hüsn ve cemâl, parçalarında görünmez. O şeyin umumunda tezahür eden nakş ve güzellik, herbir kısmında aranmaz. Görünmediği vakit, görünmemesi onun sebeb-i kusuru tevehhüm edilmez. Böyle olmasına rağmen, Kur’ân-ı Hakîm’in sûre ve âyetlerinde görünen mu’cize-i nazm, hey’at ve keyfiyat i’tibâriyle tahlil edildiği vakit, başka bir tarzda yine kendini ehl-i tedkike gösteriyor. İşte bu İşârâtü’l-İ’caz Arabî Tefsiri, i’caz-ı Kur’ân’ın yedi menbaından bir menbaı olan nazmındaki cezaleti, en ince esrarına kadar beyân ve izhâr ediyor. Kur’ân-ı Hakîm’in on, yüz, bin ve binler ve eyyâm-ı mübârekede otuz bine kadar semere-i uhrevî veren hurufatının herbirine âid, İşârâtü’l-İ’caz’ın a’zamî ihtimam ile onlardaki i’cazı göstermeye çalışması, elbette israf değil ayn-ı hakîkattır.

Dördüncüsü: Kur’ân-ı Hakîm’in Kelâm-ı Ezelî’den gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitab etmesi hasebiyle, ma’nasında bir câmiiyet ve külliyet-i hârika vardır. İnsandaki akıl ve lîsan gibi, bir anda yalnız bir mes’eleyi düşünmek ve yalnız bir lafzı söylemek gibi cüz’î değil, göz misillü muhit bir nazara sâhib olmak gibi, Kelâm-ı Ezelî dahi bütün zamanı ve bütün tâife-i insaniyeyi nazara alan bir külliyette bir kelâm-ı İlâhîdir. Elbette onun ma’nası, beşer kelâmı gibi cüz’î bir ma’naya ve husûsi bir maksada münhasır değildir. Bu sebebden, bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işâret, remiz, îma, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirînin beyân ettikleri ma’nalar, kavaid-i Arabiyeye ve usûlü nahve ve usûlü dîne muhalif olmamak şartiyle, o ma’nalar, o kelâmdan bizzât muraddır, maksuddur.

Tahirî, Zübeyr, Sungur, Ziya, Ceylan, Bayram


Səs yoxdur