İşaratu-l İcaz | Mahiyeti Küfür | 65
(64-71)

Kur’ân, pek çok yerlerinde ile yi mükerreren zikretmiştir. Tahkiki ifade eden deki nükte şöyle tasvir edilebilir ki: herhangi bir cümlede bulunursa, o cümlenin damını deler, hakîkate nüfuz eder. Ve o da’vayı veya hükmü aşağıya indirir, hakîkate yapıştırmakla, o hükmün hayalî veya zannî veya mevzu veya hurafe hükümlerden olmadığını ve ancak hakâik-i sâbiteden olduğunu isbat eder. Bu cümlede nin husûsi nüktesi: Bu âyetin muhatabı olan Hazret-i Muhammed’de (A.S.M.) şek ve inkâr bulunmadığı halde şek ve inkârı ref’etmek şe’ninde olan ile karşılanması, onların îman etmesi için Peygamber’in (A.S.M.) şiddet-i hırsına işârettir.

kelimesi ise, göze görünmezden evvel akla görünen gârib ve yeni hakîkatlara bir vâsıta-i işârettir. Bunun içindir ki, hakîkatları tebdil ve tecdid eden inkılâbları tasvir için kullanılan işâret ve vâsıtalardan en çok kullanılan, ve emsalidir.

Kur’ân’ın tecellisiyle çok nev’ler silindi, hakîkatlar yıkıldı. Onlara bedel, yeni yeni nev’ler, hakîkatlar teşekkül etti. Evet, zaman-ı cahiliyete bak! O zamanda bütün nev’ler millî rabıtalar üzerine teşekkül ettiği gibi, içtimaî hakîkatlar da taassub-u kavmî üzerine bina edilmişti. Kur’ân’ın tecellisiyle o rabıtalar kesildi, o hakîkatlar tahrib edildi. Onlara bedel, dîni rabıtalar üzerine yeni nev’ler ve hakîkatlar ihdas edildi.

Evet Şems-i Kur’ân’ın tulûu ile, ba’zı kalbler onun ziyasiyle tenevvür etti. Ve mü’minlerin nev’ini temyiz ve tâyin eden bir hakîkat-ı nurânîye meydana geldi. Kezalik o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen ba’zı pis kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kâfirlerin nev’ini i’lân eden zehirli bir hakîkat-ı küfriye husûle geldi. İşte bu hakîkat-ı küfriyeye işâret için zikredilmiştir. Maahaza her iki arasında tam bir münâsebet vardır. Çünkü, herbirisi birbirine zıd olan bir hakîkata işârettir.

Səs yoxdur