Hâşâ, yüz bin def’a hâşâ. Kabûl etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz. Mâdem insan bekaya âşıktır, elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri, bekaya tâbi’dir. Ve mâdem beka, Bâki-i Zülcelâle mahsustur ve mâdem Bâki’nin Esmâsı bâkiyedir ve mâdem Bâkinin âyineleri Bâkinin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife; o Bâkiye karşı alâka peyda etmektir ve Esmâsına yapışmaktır. Çünkü: Bâki yoluna sarfolunan herşey, bir nevi bekaya mazhar olur. İşte o ikinci
cümlesi bu hakîkatı ifade ediyor. İnsanın hadsiz ma’nevî yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gâyet şiddetli arzuyu bekayı onunla tatmin ediyor.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Şu dünyada zamanın, fena ve zevâl-i eşyadaki te’siratı gâyet muhteliftir. Ve mevcûdât ise, mütedahil dâireler gibi birbiri içinde iken hükümleri zevâl noktasında ayrı ayrı oluyor. Nasılki saatin saniyelerini sayan dâiresi, dakikayı ve saati ve günleri sayan dâireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de: İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh dâireleri öyle mütefâvittir. Meselâ: Cismin bekası, hayatı, vücûdu; bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mâzi ve müstakbeli ma’dûm ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar dâire-i vücûdu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir dâire-i azîme, dâire-i hayatına ve vücûduna dahildir.
İşte bu isti’dâda binâen hayat-ı kalbî ve ruhîye medâr olan Mârifet-i İlâhîyye ve Muhabbet-i Rabânîye ve Ubûdiyet-i Sübhaniye ve Marziyat-ı Rahmaniye cihetiyle bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer. Evet Bâki-i Hakîkinin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer onun yolunda olmazsa; bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye, lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi, bir saniye hükmüne geçer. Meşhur böyle bir söz var ki:
yâni: “Firakın bir saniyesi, bir sene kadar uzundur ve visalin bir senesi, bir saniye kadar kısadır.” Ben bu fıkranın bütün bütün aksine diyorum ki: Visal, yâni Bâki-i Zülcelâl’in rızası dâiresinde livechillah bir saniye visal, değil yalnız böyle bir sene, belki dâimî bir pencere-i visaldir.