Lemalar | Onüçüncü Lema | 77
(70-89)

Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hâzırayı, ileride gâyet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hâzır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müecceleden ziyâde çekinir. Çünkü: Tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor belki inkâr ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i îman olan kalb ve akıl susarlar, mağlûb oluyorlar.

Şu halde kebâiri işlemek, îmansızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri gelir.

Hem sâbık işâretlerde anlaşıldığı gibi: Fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için gâyet kolaydır. Şeytan-ı ins ve cinnî çabuk insanları o yola sevkediyor. Gâyet cây-ı hayret bir haldir ki: Âlem-i bekanın nass-ı hadîsle Sinek kanadı kadar bir nuru, ebedî olduğu için, bir insanın müddet-i ömründe dünyadan aldığı lezzet ve ni’mete mukabil geldiği halde; ba’zı biçâre insanlar, bir sinek kanadı kadar bu fâni dünyanın lezzetini, o bâki âlemin, bu fâni dünyasına değer lezzetlerine tercih edip, şeytanın arkasında gider.

İşte bu sırlar içindir ki: Kur’ân-ı Hakîm, mü’minleri pek çok tekrar ve ısrar ile, tehdid ve teşvik ile günahtan zecr ve hayra sevkediyor.

Bir zaman Kur’ân-ı Hakîmin bu tekrar ile şiddetli irşâdâtı bana bu fikri verdi ki; bu kadar mütemâdi ihtarlar ve îkazlar, mü’min insanları sebatsız ve hakîkatsız gösteriyorlar. İnsanın şerefine yakışmayacak bir vaziyet veriyorlar. Çünkü: Bir me’mur, âmirinden aldığı bir tek emri itâatine kâfi iken, aynı emri on def’a söylese, o me’mur cidden gücenecek. Beni ittiham ediyorsun, ben hâin değilim, der. Halbuki en hâlis mü’minlere Kur’ân-ı Hakîm musırrane mükerrer emrediyor. Bu fikir benim zihnimi kurcaladığı bir zamanda iki üç sâdık arkadaşlarım vardı. Onları şeytan-ı insînin desîselerine kapılmamak için pek çok def’a ihtar ve îkaz ediyordum. “Bizi ittiham ediyorsun” diye gücenmiyorlardı. Fakat ben kalben diyordum ki: “Bu mütemadiyen ihtarlarımla bunları gücendiriyorum, sadakatsızlıkla ve sebatsızlıkla ittiham ediyorum.” Sonra birden sâbık işâretlerde îzah ve isbat edilen hakîkat inkişaf etti. O vakit o hakîkatla hem Kur’ân-ı Hakîmin tam mutabık-ı muktezâ-yı hal ve yerinde ve israfsız ve hikmetli ve ittihamsız bir sûrette israr ve tekraratı yaptığını ve ayn-ı hikmet ve mahz-ı belâğat olduğunu bildim. Ve o sâdık arkadaşlarımın gücenmediklerinin sırrını anladım. O hakîkatın hülâsası şudur ki: Şeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel ile çok şerleri yaparlar. Onun için tarîk-ı hakta ve hidâyette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmıya ve mükerrer ihtârâta ve kesretli muavenete muhtac olduklarındandır ki, Cenâb-ı Hak o tekrârât cihetinde bin bir ismi ile ehl-i îmana muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini imdadına uzatıyor.

Səs yoxdur