Lemalar | Ondördüncü Lema | 98
(90-102)

Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in tahtına yanaş ve o Rahmetin şefkatiyle ve şefaatiyle ve şuââtiyle o Sultana muhâtab ve halil ve dost ol! Evet, kâinatın envâını hikmet dâiresinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcâtına kemal-i intizam ve inâyet ile koşturmak, bilbedâhe iki hâletten birisidir: Ya kâinatın herbir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intac ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın envâı, insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muâvenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine “Lebbeyk! dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Mâdem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyyen anla ki: Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakîr-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka bu koca kâinatı müsahhar etmek ve onun imdâdına göndermek; elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakîkat-ı rahmettir. Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve safî bir hürmet ister. İşte o hâlis şükrün ve o safi hürmetin tercümanı ve ünvanı olan “Bismillâhirrahmanirrahîm”i de. O rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmanın dergâhında şefâatçı yap.

Evet, rahmetin vücûdu ve tahakkuku, Güneş kadar zâhirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizâmından ve vaziyetlerinden hasıl oluyor. Öyle de: Bu kâinâtın dâire-i kübrâsında bin bir İsm-i İlâhînin cilvesinden uzanan nurânî atkılar, kâinat sîmâsında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir Hâtem-i Rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nescediyor ki, Güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor. Evet Şems ve Kamer’i, anâsır ve meâdini, nebâtat ve hayvânâtı; bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şuâlariyle tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvânî olan umum vâlidelerin gayet şirin ve fedâkârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan Rubûbiyet-i İlâhîyyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayâta ve insana makbul bir şefâatçı yapmış.

Ey insan! Eğer insan isen, “Bismillâhirrahmanirrahîm” de. O şefaatçıyı bul.

Səs yoxdur