Lemalar | Onaltıncı Lema | 109
(103-112)

Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevâri, ya münkirane, ya gâyet muhtasar gidiyor. Bu Yemenî Zülkarneyn, tefsirlerde eskiden beri İskender nâmiyle iştiharının sebebi, ya o Zülkarneyn’in bir ismi İskenderdir ki, İs-kender-i Kebîr ve Eski İskenderdir. Veyahut; Âyât-ı Kur’âniye’nin zikrettiği hadisat-ı cüz’iyeler; küllî hâdisatın uçları olduğu cihetle:

Zülkarneyn olan İskender-i Kebîr’in Nübüvvetkârane irşadatiyle ak-vam-ı zâlime ile milel-i mazlûme ortasında hâil ve gaddarların garetlerine mâni olacak meşhur sedd-i Çin’in binasını kurduğu gibi; İskender-i Rûmî misillû müteaddid cihangirler ve kuvvetli pâdişâhlar, maddi cihetinde ve ma’nevî âlem-i insaniyetin pâdişâhları olan bir kısım Enbiya ve ba’zı aktâb dahi ma’nevî ve irşadî cihetinde o Zülkarneyn’in arkasında gidip iktida edip, mazlumları zâlimlerden kurtaracak çârelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri (Hâşiye) , sonra dağlar başlarında kal’aları kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahud irşad ve tedbirleriyle te’sis etmişler. Sonra şehirlerin etrafında surları ve ortalarında kal’aları, tâ son çâre olan kırk ikilik topları ve kal’a-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar.Hatta rûy-i zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çini Kur’ân lîsaniyle Ye’cüc ve Me’cücün ve ta’bir-i diğerle tarih lîsanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç def’a zîr ü zeber eden ve Himalaya Dağlarının arkasından çıkan ve şarktan garba kadar harab eden akvâm-ı vahşiye ve garetkâr milletlerin Hind ve Çindeki akvam-ı mazlûmeye tecavüzlerini durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvâm-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mâni olduğu gibi, Kafkas dağlarında Derbent cihetinde yine çapulcu garetgîr Akvâm-ı Tatariyenin hücumunu durdurmak için Zülkarneynmisal eski İran pâdişâhlarının himmetiyle sedler yapılmıştır. Bu neviden çok sedler var. Kur’ân-ı Hakîm umum nev-i beşer ile konuştuğu için, zâhiren bir hâdise-i cüz’iyeyi zikredip, umum o hâdiseye benzer hâdisatı ihtar ederek konuşuyor.

İşte bu nokta-i nazardandır ki, Sedde ve Ye’cüc ve Me’cüce dâir rivayetler ve akvâl-i müfessirîn, ayrı ayrı gidiyor.

Hem Kur’ân-ı Hakîm, münasebât-ı kelâmiye cihetinde bir hâdiseden uzak bir hâdiseye intikal eder. Bu münasebâtı düşünmeyen zanneder ki, iki hâdisenin zamanları birbirine yakındır. İşte Sedd’in harâbiyetinden kıyâmetin kopmasını Kur’ân’ın haber vermesi, kurbiyet-i zaman cihetiyle değil, belki münâsebât-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir:

-------------------------------------------------
(Hâşiye): Rûy-i zemînde mürûr-u zamanla dağ şeklini almış, tanınmayacak bir sûrete gelmiş çok sun’î sedler vardır.
Səs yoxdur