Lemalar | Onyedinci Lema | 116
(113-138)

Şirin vaziyetler onu tazib ediyor.. dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki senin şeâmetinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtâa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş’et eden bir biçâre insana hangi saadeti te’min ediyorsun? Acaba zâil, yalancı bir Cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu Cehennemde azab çeken bir insana mes’ud denilebilir mi? İşte sen biçâre beşeri böyle baştan çıkardın. Yalancı bir Cennet içinde Cehennemî bir azab çektiriyorsun.

Ey beşerin nefs-i emmâresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevkettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında biçâre âciz bir adam bulunur. Zâlimler hücum edip malını, eşyasını gasbederek kulübeciğini harab ediyorlar, ba’zan da yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak haline sema ağlıyor. Nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler, zâlimlerin gürültüleri, mazlûmların ağlayışları olduğundan umûmî bir matem, o yolu kaplıyor. İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbûr olur. Ya insaniyetten tecerrüd edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin; veyahud kalb ve aklın muktezasını ibtal etsin.

Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dîninden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere bu Cehennemî hâleti hediye ettin! Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı A’lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtâl-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer.

İkinci yol ki: Kur’ân-ı Hakîm, hidayetiyle beşere hediye etmiştir. Şöyledir: Görüyoruz ki o yolun her menzilinde, her mekânında, her şehrinde bir Sultan-ı Âdil’in müstakîm askerleri her tarafta bulunuyorlar, geziyorlar. Ara sıra o Sultanın emriyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar. Silâhlarını, atlarını ve mîrî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tezkeresini veriyorlar. O terhis olunan neferler, çendan ünsiyet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zâhiren mahzun oluyorlar. Fakat hakîkat noktasında terhisle müferrah olup, Sultanın ziyâretine ve pâdişâhın payitahtına dönmesi ve pâdişâhı ziyâret etmesi cihetinde gâyet memnun oluyorlar. Ba’zen terhis me’murları acemî bir nefere rastgeliyorlar. Nefer onları tanımıyor.

Səs yoxdur