Lemalar | Yirminci Lema | 149
(148-158)

BİRİNCİ NOKTA:


MÜHİM VE MÜDHİŞ BİR SUAL: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashâb-ı diyânet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifâkın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifâkın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevab: Bu elîm ve feci ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbâbından, yedi sebebini beyân edeceğiz.

BİRİNCİSİ: Ehl-i hakkın ihtilâfı hakîkatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakîkatdarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimâîyenin tabakatına dâir birer mu-ayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemâatlerin ve cem’iyyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maîşet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u cah ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları (Hâşiye) ma’nevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzâhame ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek dere-cede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitse-ler, birbiriyle ittifak edebilirler. Amma ehl-i din ve ashâb-ı ilim ve erbâb-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücret-leri de teayyün ve tehassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimâîde ve teveccüh-ü nâsda ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir maka-ma çoklar namzed olur. Maddî ve ma’nevî herbir ücrete çok eller uzanabi-lir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüd edip; vifâkı nifâka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.

İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilâcı ihlâstır. Yâni hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enâniyetin hatırına galib gelmekle sırrına mazhar olup..

---------------------------------------------------
(Hâşiye): İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhret-perestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.

Səs yoxdur