Lemalar | Yirmiüçüncü Lema | 180
(176-194)

Halbuki o esbâb-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcûdların zâhirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki; o esbâb-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını, on def’a zâhirînden daha muntazam, daha latif, san’atça daha mükemmeldir. Esbâb-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirîne de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyâde san’atca acîb, hilkatca bedi’ bir sûrette oldukları halde, o camid, câhil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıd olan sağır, kör esbâba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur!..

AMMA İKİNCİ MES’ELE: “Teşekkele Binefsihi”dir. Yâni: Kendi kendine teşekkül ediyor. İşte bu cümlenin dahi çok muhâlâtı var. Çok cihetle bâtıldır, muhaldir. Nümûne için muhâlâtından üç tanesini beyân ederiz.

BİRİNCİSİ: Ey muannid münkir! Senin enâniyetin seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhâli birden kabul etmeyi, bir derece hükmediyorsun. Çünkü sen mevcûdsun. Ve basit bir madde ve câmid ve tegayyürsüz değilsin. Belki, dâima teceddüdde olarak, gâyet muntazam bir makine ve harika ve dâima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücûdunda her vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücûdun kâinatla, husûsan rızık münâsebetiyle, husûsan beka-i nev’i i’tibâriyle alâkadar ve alış verişi vardır. Senin vücûdunda çalışan zerreler, o münasebatı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar. Öylece ihtiyatla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar. Senin münâsebatını Kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Sen zâhirî ve bâtınî duygularınla, o zerrelerin, o harika vaziyetine göre istifade edersin. Eğer sen vücûdundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelî’nin kanunuyla hareket eden küçücük me’murları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları, herbir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktaları, herbir zerre bir nokta olduğunu kabul etmezsen; o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki, senin mecmu-u cesedinin her tarafını görmekle beraber, münâsebetdar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir gözü ve bütün senin mâzi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anâsırının menbâlarını ve rızkının mâdenlerini bilecek, tanıyacak yüz dâhî kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bu mes’elelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine bin Eflatun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divânece bir hurafeciliktir!..

İKİNCİ MUHAL: Senin vücûdun bin kubbeli harika bir saraya benzer ki; her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine başbaşa verip, muallakta durdurulmuş.

Səs yoxdur