Lemalar | Yirmibeşinci Lema | 206
(205-221)

Şu Lem’ada, nev-i beşerin on kısmından bir kısmını teşkil eden musîbetzede ve hastalara hakîki bir teselli ve nâfi bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devayı icmalen beyan ediyoruz...

BİRİNCİ DEVA: Ey biçâre hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır. Çünkü; ömür bir sermayedir gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zâyi’ olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor.. tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki; “musîbet zamanı çok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor.”

İKİNCİ DEVA: Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibâdet hükmüne getirebilir. Çünkü; ibâdet iki kısımdır. Biri müsbet ibâdettir ki; namaz, niyaz gibi ma’lûm ibâdetlerdir. Diğeri menfî ibâdetlerdir ki; hastalıklar, musîbetler vâsıtasiyle musîbetzede, aczini, zaafını hisseder. Hâlik-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyasız, ma’nevî bir ibâdete mazhar olur. Evet hastalıkla geçen bir ömür, ALLAH’tan şekva etmemek şartiyle, mü’min için ibâdet sayıldığına rivayat-ı sahiha vardır. Hatta ba’zı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibâdet hükmüne geçtiği ve ba’zı kâmillerin bir dakikası bir gün ibâdet hükmüne geçtiği, rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü, bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekki değil, teşekkür et.

ÜÇÜNCÜ DEVA: Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyf sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir. Hem insan, zihayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihâzâtca en zengini, belki zihayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vâsıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedi dâimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve afiyet gaflet verir.. dünyayı hoş gösterir.. Âhireti unutturur... Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor.. Sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarfettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücûduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var.

Səs yoxdur