Lemalar | Yirmialtıncı Lema | 244
(222-267)

O mektubdan evvel îman-ı bi’l-âhirete dâir tab’ettirdiğim Onuncu Sözün bir nüshası eline geçmişti. Güya o risâle ona bir tiryak idi ki; altı yedi sene zarfında aldığı bütün ma’nevî yaralarını tedavi etti. Gâyet kuvvetli ve parlak bir îman ile ecelini bekliyor gibi bana o mektubu yazmış. Bir iki ay sonra Abdurrahmân vâsıtasıyla yine mes’ûdane bir hayat-ı dünyeviye geçirmek tasavvurunda iken “vâ-hasretâ” birden onun vefat haberini aldım. Bu haber o derece beni sarstı ki; beş senedir daha o te’sir altındayım. O vakit bulunduğum işkenceli esaret ve yalnızlık ve gurbet ve ihtiyarlık ve hastalığım; on derece onların fevkinde bana bir firkat, bir rikkat, bir hüzün verdi. Benim merhume validemin vefatiyle husûsi dünyamın yarısı, onun vefatıyla vefat etmiş diyordum. Abdurrahmân’ın vefatıyla da, bâki kalan öteki yarı dünyam da vefat etti gördüm. Dünyadan bütün bütün alâkam kesildi. Çünkü o dünyada kalsaydı; hem dünyadaki vazife-i uhreviyemin kuvvetli bir medârı ve benden sonra tam yerime geçecek bir hayrü’l-halef ve hem de bu dünyada en fedakâr bir medâr-ı teselli, bir arkadaşım olabilirdi.. ve en zeki bir talebem, bir muhatab ve Risâle-i Nur eczalarının en emin bir sâhibi ve muhafızı olurdu. Evet, insaniyet i’tibâriyle böyle bir zayiat, benim gibi insanlara çok hirkatlidir, yandırıyor. Gerçi zâhiren tahammüle çalışıyordum, fakat ruhumda şiddetli fırtına vardı. Eğer arasıra Kur’ânın nurundan gelen teselli teskin etmeseydi, benim için dayanmak mümkün olamayacaktı. O zaman Barla derelerine, dağlarına yalnız gidip geziyordum. Hâli yerlerde oturup o teessürat-ı hazine içinde, eski zamanda Abdurrahmân gibi sâdık talebelerimle geçirdiğim mes’ûdane hayat levhaları sinema gibi hayalimden geçtikçe, ihtiyarlık ve gurbetin verdiği sür’at-i teessür mukavemetimi kırıyordu. Birden

Âyet-i Kudsiyenin sırrı inkişaf etti. Bana “YA BÂKİ ENTE-L BÂKİ! YA BÂKİ ENTE-L BÂKİ!” dedirtti ve onunla hakîki teselli verdi. Evet ben o hâlî derede, o hazin hâlette, bu Âyet-i kudsiyenin sırrıyla, Mirkâtü’s-Sünne Risâlesinde işâret edildiği gibi, kendimi üç büyük cenaze başında gördüm:

Biri: Elli beş yaşıma kadar, elli beş ölmüş ve hayat-ı ömrümde defnedilmiş Saidlerin kabri üstünde, bir mezar taşı olarak kendimi gördüm.

İkinci cenaze: Zaman-ı Âdemden (A.S.) beri, benim hemcinsim ve nev’im vefat edip mâzi kabrinde defnedilmiş olan o büyük cenazenin başında mezar taşı hükmünde olan bu asrın yüzünde gezer, karınca gibi küçük bir zîhayat sûretinde kendimi gördüm.

Səs yoxdur