Lemalar | Otuzuncu Lema | 355
(304-356)

Öyle de: İnsan, şu kâinatın hakâiklerine bir vâhid-i kıyasîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mîzandır.

Meselâ: Kâinatta Levh-i Mahfuz’un gâyet kat’i bir delil-i vücûdu ve bir nümûnesi, insandaki kuvve-i hâfızadır ve âlem-i misâlin vücûduna kat’i delil ve nümûne, kuvve-i hayaliyedir (Hâşiye) ve kâinattaki ruhanîlerin bir delil-i vücûdu ve nümûnesi, insandaki kuvvelerdir ve lâtifelerdir ve hâkeza... İnsan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakâik-i îmaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir...

İşte insanın mezkûr vazifeler gibi çok mühim hizmetleri var. Cemâl-i bâkiye âyinedir, kemâl-i sermedîye dellâl-ı mazhardır ve rahmet-i ebediyeye muhtac-ı müteşekkirdir. Mâdem cemâl, kemâl, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o Cemâl-i Bâkinin âyine-i müştâkı ve o kemâl-i sermedînin dellâl-ı âşıkı ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-ı müteşekkiri olan insan, bâki kalmak için, bir dâr-ı bekaya girecek ve o bâkilere refakat için ebede gidecek ve o ebedî cemâl ve o sermedî kemâl ve dâimî rahmete, ebedül âbâdda refakat etmek gerektir, lâzımdır. Çünkü; ebedî bir cemâl, fâni bir müştaka ve zâil bir dosta razı olmaz. Çünkü; cemâl, kendini sevdiği için, sevmesine mukabil muhabbet ister. Zeval ve fena ise, o muhabbeti ada’vete kalbeder, çevirir. Eğer insan ebede gidip bâki kalmazsa, fıtratındaki cemâl-i sermedîye karşı olan esaslı muhabbet yerine adavet bulunacaktır. Onuncu Söz’ün hâşiyesinde beyân edildiği gibi: Bir zaman bir dünya güzeli, bir âşıkını huzurundan çıkarıyor. O adamdaki aşk, birden adavete dönüyor ve diyor ki: “Tuh!.. Ne kadar çirkindir” diyerek, kendine teselli vermek için cemâlinden küsüyor, cemâlini inkâr ediyor. Evet insan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, eli yetişmediği veyahut tutamadığı şeylerin adavetkârâne kusurlarını arar, âdeta düşmanlık etmek ister. Mâdem bütün kâinatın şehâdetiyle Mahbub-u Hakîki ve Cemil-i Mutlak, bütün güzel Es-mâ-i Hüsnâsiyle kendini insana sevdiriyor ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve her halde, kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insana fıtrî bir adaveti verip derinden derine kendinden küstürmeyecek.. ve fıtraten en ziyâde sevimli ve muhabbetli ve perestiş için yarattığı en müstesna mahlûku olan insanın fıtratına bütün bütün zıd olarak bir gizli adaveti, insanın ruhuna vermeyecek.

--------------------------------------------
(Hâşiye): Evet nasılki insanın anasırları, kâinatın unsurlarından; ve kemikleri, taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından; ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, Arz’ın çeşmelerinden ve madenî sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işâret ediyorlar. Aynen öyle de; insanın ruhu Âlem-i Ervahtan ve hâfızaları Levh-i Mahfuz’dan; ve kuvve-i hayaliyeleri Âlem-i Misâlden.. ve hâkeza herbir cihazı bir âlemden haber veriyorlar. Ve onların vücûdlarına kat’i şehâdet ederler.

Səs yoxdur