Muhakemat | Birinci Makale | 14
(4-66)

Evet, mâsadak ile ma’na ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, ma’na yerine ikâme olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.

Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi müslüman etmek için Me’mun’un asrında tercüme olundu. Fakat pekçok esatîr ve hurâfâtın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı.

Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet, nasılki ihtilât-ı A’cam ile kelâm-ı Mudarî’nin melekesi fesada yüz tutmakla muhakkikîn-i ulemâ o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi dâire-i İslâmiyete duhûlleriyle beraber, ba’zı nakkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat hayfa!. tamamıyla muvaffak olamadılar. İş bu kadar da kalmadı. Çünkü tefsir-i Kur’ân’a sarf-ı himmet edildiği vakit, ba’zı ehl-i zâhir Kur’ânın nakliyatını ba’zı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünkü gördüler ki, Kur’ân ma’kûl ve menkûle müştemildir. Hadîs de öyle... Sonra kitab ve sünnetin ba’zı nakliyat-ı sâdıkalarıyla ve ba’zı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münâsebet istinbat ettiler.

Hem de hakîki olan akliyatlarıyla mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitap ve sünnetin ma’nalarına tefsir ve maksadlarına beyân zannedip hükmeylediler.

Kellâ.. sümme kellâ!.. Zîra Kitâb-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın misdakı i’cazıdır. Müfessiri eczasıdır. Ma’nası içindedir. Sadefi de dürrdür, meder değildir. Faraza bu mutabakatı izhâr etmekten maksad, o şâhid-i sâdıkın tezkiyesi için olsa da yine abestir. Zîra Kur’ân-ı Mübîn, ona mekalid-i inkıyadı teslim eden öyle akıl ve naklin tezkiyelerinden pek yüksek ve ganîdir.

Səs yoxdur