Şualar | İkinci Şuâ | 23
(5-43)

Evet her bir nevi mahlûkatta, belki her bir ferdde tasarruf eden öyle bir kuvvet ve kudret hissediliyor ki, bütün kâinatı istilâ ve bütün eşyayı zabt ve bütün mevcûdâtı hükmü altına alabilir bir mahiyette görünüyor. Elbette böyle bir kuvvet, iştirâki hiç bir cihette kabul edemez, şirke meydan vermez.

Hem nasıl ki bir meyvedar ağacın sâhibi, o ağaçtan en ziyâde ehemmiyet verdiği ve alâkadarlık gösterdiği cihet ve madde, o ağacın meyveleri ve dallarının uçlarındaki semereleri ve tohumluk için o meyvelerin kalblerinde ve bizzât kalbleri olan çekirdekleridir. Ve onun mâliki, aklı varsa, o dallardaki meyveleri başkalara dâimî temlik edip, boşboşuna mâlikiyetini bozmaz. Aynen öyle de; şu kâinat denilen ağacın dalları olan unsurlar ve unsurların uçlarında bulunan ve çiçekleri ve yaprakları hükmünde olan nebâtât ve hayvânât ve o yaprakların ve çiçeklerin en yukarısındaki meyveler olan insanlar ve o meyvelerin en mühim meyveleri ve semereleri ve netice-i hilkatları olan ubûdiyetlerini ve şükürlerini ve bilhassa o meyvelerin cemiyetli çekirdekleri olan kalblerini ve zahr-ı kalb denilen kuvve-i hâfızalarını başka kuvvetlere hiçbir cihetle kaptırmaz ve kaptırmakla saltanat-ı rubûbiyetini kırmaz ve kırmakla mâbûdiyetini bozmaz.

Hem dâire-i mümkinatın ve kesretin en müntehasında bulunan cüz’iyatta, belki o cüz’iyatın cüz’iyat-ı ahvalinde ve keyfiyatında makasıd-ı rubûbiyet temerküz ettiğinden, hem de mâbûdiyete uzanan ve mabuda bakan minnetdarlıkların ve teşekküratların ve perestişliklerin menşe’leri onlar olduğundan, elbette onları başka ellere vermez ve vermekle hikmetini ibtal etmez. Ve hikmetini ibtal etmekle uluhiyetini iskat etmez. Çünkü, mevcûdâtın îcadındaki en mühim makasıd-ı Rabbânîye, kendini zîşuurlara tanıttırmak ve sevdirmek ve medh ü senâsını ettirmek ve minnetdarlıklarını kendine celbetmektir.

Bu ince sır içindir ki; şükrü ve perestişi ve minnetdarlığı ve muhabbeti ve medhi ve ubûdiyeti intac eden rızk ve şifa ve bilhassa hidayet ve îman gibi dâire-i kesretin en âhirindeki cüz’î ve küllî bu gibi fiiller ve in’amlar,

Səs yoxdur