Şualar | İkinci Şuâ | 33
(5-43)

Meselâ; vâhid-i kıyasî gibi bir kubh bulunmazsa, hüsnün hakîkatı birtek nevi olur; pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. Nasılki; soğuğun vücûdiyle, hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasiyle ziyanın dereceleri tezahür eder. Aynen öyle de: Cüz’î şer ve zarar ve musîbet ve çirkinliğin bulunmasiyle, küllî hayırlar ve küllî menfaatlar ve küllî ni’metler ve küllî güzellikler tezahür ederler. Demek çirkinin îcadı çirkin değil, güzeldir. Çünkü, neticelerin çoğu güzeldir. Evet, yağmurdan zarar gören tenbel bir adam, yağmura rahmet nâmını verdiren hayırlı neticelerini hükümden iskat etmez; rahmeti zahmete çeviremez.

Amma fena ve zeval ve mevt ise, “Yirmi Dördüncü Mektup” da gâyet kuvvetli ve kat’i bürhanlar ile isbat edilmiş ki: Onlar umûmî rahmete ve ihâtalı hüsne ve şümullü hayra münafî değiller; belki muktezalarıdırlar. Hatta şeytanın dahi, ma’nevî terakkiyat-ı beşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebeb olduğundan, o nev’in îcadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir.

Hem -hatta- kâfir, küfür ile bütün kâinatın hukukuna bir tecavüz ve şerefini tahkir ettiğinden, ona Cehennem azabı vermek güzeldir. Başka risâlelerde bu iki nokta tamamen tafsil edildiğinden burada bir kısa işâretle iktifa ediyoruz.

Sualin İkinci Şıkkı:(Hâşiye) Haydi şeytana ve kâfire âid bu cevabı umûmî noktasında kabul edelim. Fakat Cemîl-i Mutlak ve Rahîm-i Mutlak ve hayr-ı mutlak olan Zât-ı Ganiyy-i Âle’l-ıtlak, nasıl oluyor ki, biçâre cüz’î ferdleri ve şahısları musîbete, şerre, çirkinliğe mübtela ediyor?

Elcevap: Ne kadar iyilik ve güzellik ve ni’met varsa, doğrudan doğruya o Cemîl ve Rahîm-i Mutlak’ın hazine-i rahmetinden ve ihsanât-ı husûsiyesinden gelir. Ve musîbet ve şerler ise, saltanat-ı Rubûbiyet’in, âdetullah nâmı altında ve küllî irâdelerin mümessilleri olan umûmî ve küllî kanunlarının çok neticelerinden tek-tük cüz’î neticeleri olmasından,


Hâşiye: Bu ikinci şıkkın cevabı çok mühimdir, çok evhamı izale eder.

Səs yoxdur