Şualar | İkinci Şuâ | 35
(5-43)

her bir masnu’un yüzünde -cüz’î olsun küllî olsun- birer sikke-i tevhid ve herbir mahlûkun başında -büyük olsun, küçük olsun, az ve çok olsun- birer hâtem-i ehadiyet müşahede edilir.

Ve bilhassa zîhayat mahlûkların sikkeleri çok parlaktırlar. Belki herbir zîhayat kendisi dahi birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i samediyettirler.

Evet, her bir çiçek, herbir meyve, herbir yaprak, herbir nebât, herbir hayvan; öyle birer mühr-ü ehadiyyet, birer hâtem-i samediyettir ki, herbir ağacı birer mektub-u Rabbânî ve herbir taife-i mahlûkatı birer kitab-ı Rahmânî ve herbir bahçeyi, birer ferman-ı Sübhanî sûretine çevirerek, o ağaç mektubuna, çiçekleri adedince mühürler ve meyveleri sayısınca imzalar ve yaprakları mikdarınca turralar basılmış ve o nev’ ve taife kitabına dahi, onun kâtibini göstermek, bildirmek için ferdleri adedince hâtemler basılmış. Ve o bahçe fermanına, onun sultanını tanıttırmak, tarif etmek için o bağ içinde bulunan nebât, ağaç, hayvan sayısınca sikkeler basılmış. Hatta herbir ağacın mebdeinde ve müntehasında ve üstünde ve içinde


isimlerinin işâret ettikleri dört sikke-i tevhid var:

İsm-i Evvel ile işâret edildiği gibi: Herbir meyvedar ağacın menşe-i aslîsi olan çekirdek (Hâşiye) öyle bir sandukçadır ki, o ağacın proğramını ve fihristesini ve plânını.. ve öyle bir tezgahtır ki, onun cihâzâtını ve levazımatını ve teşkilatını.. ve öyle bir makinedir ki, onun ibtidadaki incecik vâridatını ve lâtifane masarıfını ve tanzimatını taşıyor.


Hâşiye: Eski zamandan beri darb-ı mesel olarak umumun dilinde ve lîsan-ı nâsda gezen şu “Çekirdekten yetişme” sözü bu risâlenin müellifine bir işâret-i gaybiyye-i örfiyye denilebilir. Çünkü: Risâle-i Nur hâdimi olan şahıs Kur’ân’ın feyziyle, çekirdek ve çiçekte tevhid için iki mi’rac-ı marifet keşfederek tabiiyyunları boğan aynı yerde âb-ı hayat bulmuş ve çekirdekten hakîkata ve nur-u marifete yetişmiş ve bu iki şeyin Risâle-i Nur’da ziyâde tekrarları bu hikmete binaendir.

Səs yoxdur