Şualar | İkinci Şuâ | 34
(5-43)

o kanunlar cereyanının cüz’î muktezaları olduğundan, elbette küllî maslahatlara medâr olan o kanunları muhafaza ve riayet etmek için o şerli, cüz’î neticeleri dahi halkeder. Fakat o cüz’î ve elîm neticelere karşı, imdâdât-ı hassa-i Rahmaniyye ve ihsanât-ı husûsiye-i Rabbânîye ile musîbete düşen efradın feryadlarına ve beliyyelere giriftar olan eşhasın istigaselerine yetişir. Ve fâil-i muhtar olduğunu ve her bir şeyin her bir işi, onun meşietine bağlı bulunduğunu ve umum kanunları dahi, dâima irâde ve ihtiyarına tâbi’ bulunmalarını ve o kanunların tazyikinden feryad eden ferdleri, bir Rabb-ı Rahîm dinlediğini ve imdâdlarına ihsaniyle yetiştiğini göstermekle; Esmâ-i Hüsnânın kayıdsız ve hadsiz cilvelerine, hadsiz ve kayıdsız bir meydan açmak için o küllî âdetullah düstûrlarının ve o umûmî kanunların şüzuzatiyle ve hem şerli cüz’î neticeleriyle, husûsi ihsanât ve husûsi teveddüdat, yâni sevdirmekle husûsi tecelliyat kapılarını açmıştır. Bu ikinci alâmet-i tevhid “Sirâcınnûr”un belki yüz yerlerinde beyân edildiğinden, burada hafif bir işâretle iktifa ettik.

Üçüncü Hüccet ve Alâmet:


ile işâret edilen hadd ü hesaba gelmeyen tevhid sikkeleridir.

Evet her şeyin yüzünde, cüz’î olsun küllî olsun, zerrattan tâ seyyarata kadar öyle bir sikke var ki, âyinede Güneşin cilvesi Güneşi gösterdiği gibi, öyle de o sikke âyinesi dahi, Şems-i Ezel ve Ebed’e işâret ederek, vahdetine şehâdet eder. O hadsiz sikkelerden pek çokları “Sirâcınnûr”da tafsilen beyân edildiğinden burada yalnız kısa bir işâretle üç tanesine bakacağız. Şöyle ki:

Mecmu-u kâinatın yüzüne, enva’ın birbirine karşı gösterdikleri teavün, tesanüd, teşabüh, tedahülden mürekkeb geniş bir sikke-i vahdet konulduğu gibi, zeminin yüzüne de, dört yüz bin hayvanî ve nebâtî taifelerden mürekkeb bir ordu-yu Sübhanînin ayrı ayrı erzak, esliha, elbise, talimat, terhisat cihetinde gâyet intizam ile hiçbirini şaşırmayarak, vakti vaktine verilmesiyle koyduğu o sikke-i tevhid misillû insanın yüzüne de, herbir yüzün umum yüzlere karşı birer alâmet-i farika bulunmasiyle koyduğu sikke-i vahdaniyyet gibi,

Səs yoxdur