Şualar | Dördüncü Şuâ | 73
(63-96)

DÖRDÜNCÜ MERTEBE-İ NÛRİYE-İ HASBİYE: Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlubiyet gibi vücûdumu sarsan ârızalar bir gaflet zamanıma rastgelip -şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücûdum, belki mahlûkatın vücûdları ademe gidiyor diye- elîm bir endişe verirken yine Âyet-i Hasbiyeye mürâcaat ettim. Dedi: “Ma’nama dikkat et ve îman dürbiniyle bak!” Ben de baktım ve îman gözüyle gördüm ki; bu zerrecik vücûdum hadsiz bir vücûdun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisat ile hadsiz vücûdları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymetdar bâki, müteaddid vücûdları meyve veren bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücûd kadar kıymetdar olduğunu ilmelyakîn ile bildim. Çünkü, şuur-u îman ile bu vücûdum Vâcib-ül Vücûd’un eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamın hadsiz karanlıklarından ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerinden kurtulup mevcûdâta, husûsan zîhayatlara taalluk eden ef’âlde, Esmâ-i İlâhîyye adedince uhuvvet rabıtalariyle münâsebet peydâ ettiğim bütün sevdiğim mevcûdâta muvakkat bir firak içinde dâimî bir visâl var olduğunu bildim. Ma’lûmdur ki, karyeleri ve şehirleri ve memleketleri veya taburları ve kumandanları ve üstadları gibi rabıtaları bir olan adamlar sevimli bir uhuvvet ve dostane bir arkadaşlık hissederler. Ve bu gibi rabıtalardan mahrum olanlar dâimî, elîm karanlıklar içinde azab çekiyorlar. Hem bir ağacın meyveleri, şuurları olsa, birbirinin kardeşi ve birbirinin bedeli ve musâhibi ve nâzırı olduklarını hissederler. Eğer ağaç olmazsa veya ondan koparılsa, herbiri o meyveler adedince firakları hissedecek.

İşte îman ile ve îmandaki intisâb ile, her mü’min gibi, bu vücûdum dahi hadsiz vücûdların firaksız envârını kazanır; kendisi gitse de, onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur. Bununla beraber −Yirmi Dördüncü Mektup’ta tafsilen kat’i isbat edildiği gibi− her zîhayatın, husûsan zîruhun vücûdu bir kelime gibidir. Söylenir ve yazılır, sonra kaybolur.

Səs yoxdur