Şualar | Dördüncü Şuâ | 78
(63-96)

İşte hayatın hakîkatına ve hukukuna ve vazifelerine ve ma’nevî lezzetine âid olan bu dört mes’ele gösterdiler ki; hayat, Zât-ı Bâki-i Hayy-ı Kayyûm’a baktıkça ve îman dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem bekâ bulur, hem bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzunluğuna bakmaz diye bu âyetten dersimi aldım ve niyet ve tasavvur ve hayalce bütün hayatların ve zîhayatların namına


dedim.

ALTINCI MERTEBE-İ NÛRİYE-İ HASBİYE: Müfârakat-ı umûmîye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber veren âhirzaman hâdisatı içinde müfarakat-ı husûsiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile fıtratımdaki cemâl-perestlik ve güzellik sevdası ve kemâlâta meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda dâimî ve tahribatçı olan zeval ve fena ve mütemadi ve tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir sûrette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalâde bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecazî bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medâr-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiye’ye mürâcaat ettim. Dedi: “Beni oku ve dikkatle ma’nama bak!” Ben de, Sûre-i Nur’daki Âyet-i Nur’un rasathânesine girip îmanın dürbiniyle Âyet-i Hasbiye’nin en uzak tabakalarına ve şuur-u îmanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm: Nasıl ki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hatta kabarcıklar Güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvan-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüd ve taharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlariyle o cemâli ve o güzellikleri tazelendiriyorlar ve inkisaratlariyle Güneşin ve ziyasının ve elvan-ı seb’asının gizli güzelliklerini izhar ediyorlar. Aynen öyle de: Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelâl’in Cemâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnûlar, bu tatlı mahlûklar ve bu cemâlli mevcûdât hiç durmayarak gelip gidiyorlar.

Səs yoxdur