Şualar | Yedinci Şuâ | 116
(103-191)

ve dağvari pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle başaşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor: “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.” diye ihtar ediyorlar.

İşte bu meraklı yolcu, bu cevv’de; bulutu teshirden, rüzgârı tasriften, yağmuru tenzilden ve hâdisat-ı cevviyeyi tedbirden terekküb eden bir hakîkatın yüksek ve aşikâr şehâdetini işitir: “Âmentü billah” der. Birinci Makam’ın ikinci mertebesinde:


fıkrası, bu yolcunun cevve dâir mezkûr müşâhedâtını ifade eder. (İhtar)

Sonra, o seyahat-ı fikriyeye alışan o mütefekkir misafire, küre-i arz lî-san-ı haliyle diyor ki: “Gökte, fezada, havada ne geziyorsun? Gel, ben sana aradığını tanıttıracağım. Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku!” O da bakar, görür ki: Arz meczub bir mevlevî gibi iki hareketiyle; günlerin, senelerin, mevsimlerin husulüne medâr olan bir dâireyi, haşr-i a’zâmın meydanı etrafında çiziyor. Ve zîhayatın yüz bin envaını bütün erzak ve levazımatleriyle içine alıp feza denizinde kemâl-i muvâzene ve nizamla gezdiren ve Güneş etrafında seyahat eden muhteşem ve musahhar bir sefine-i Rabbânîyedir.


İhtar: Birinci Makam’da geçen otuzüç mertebe-i tevhidi bir parça îzah etmek isterdim. Fakat şimdiki vaziyetim ve halimin müsaadesizliği cihetiyle, yalnız gâyet muhtasar bürhanlarına ve meâlinin tercümesine iktifaya mecbûr oldum. Risâle-i Nur’un otuz, belki yüz risâlelerinde; bu otuz üç mertebe, delilleriyle, ayrı ayrı tarzlarda, herbir risâlede bir kısım mertebeler beyân edildiğinden, tafsîli onlara havale edilmiş.

Səs yoxdur