Şualar | Yedinci Şuâ | 119
(103-191)

Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: Menfaatleri ve vazifeleri ve varidat ve sarfiyatları o kadar hakîmâne ve rahîmânedir; bilbedahe isbat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmân-ı Zülcelâli Ve-l İkrâm’ın hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar. Hatta o kadar fevkalâde iddihar ve sarfediliyorlar ki, “Dört nehir Cennet’ten geliyorlar.” diye rivayet edilmiş. Yâni; zâhirî esbabın pek fevkinde olduklarından, ma’nevî bir Cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez bir menbaın feyzinden akıyorlar demektir. Meselâ: Mısır’ın kumistanını bir Cennete çeviren Nil-i Mübârek; cenub tarafından, “Cebel-i Kamer” denilen bir dağdan mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısmından bir kısım olmaz. Vâridatı ise; o mıntıka-i harrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvâzene-i vasiayı muhafaza edemediğinden, o Nil-i Mübârek âdet-i arziye fevkinde bir gaybî Cennetten çıkıyor diye rivâyeti, gâyet ma’nidar ve güzel bir hakîkatı ifade ediyor.

İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi hakîkatlarının ve şehâdetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bil’icmâ’ denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle


der ve bu şehâdete denizler mahlûkatı adedince şâhidler gösterir diye anladı. Ve denizlerin ve nehirlerin umum şehâdetlerini irade ederek ifade etmek ma’nasında, Birinci Makamın dördüncü mertebesinde:



denilmiş.

Səs yoxdur