Şualar | Yedinci Şuâ | 142
(103-191)

Sonra, bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı îman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu, kendi kalbine dedi ki: “Aradığımız zât’ın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmıyan herkese, her asırda meydan okuyan Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân nâmındaki kitaba müracaat edip, o ne diyor bilelim. Fakat en evvel, bu kitab bizim hâlıkımız’ın kitabı olduğunu isbat etmek lâzımdır” diye taharriye başladı.

Bu seyyah, bu zamanda bulunduğu münâsebetiyle; en evvel, ma’nevî i’caz-ı Kur’ân’iyenin lem’aları olan Risâle-i Nur’a baktı ve onun yüz otuz risâleleri, âyât-ı Furkaniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü. Ve Risâle-i Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda, her tarafa hakâik-i Kur’âniyeyi mücahidane neşrettiği halde, karşısına kimse çıkamadığından isbat eder ki; onun üstadı ve menbaı ve mercii ve Güneşi olan Kur’ân semâvîdir, beşer kelâmı değildir. Hatta Resail-in Nur’un yüzer hüccetlerinden birtek hüccet-i Kur’âniyesi olan Yirmi Beşinci Söz ile On Dokuzuncu Mektub’un âhiri, Kur’ânın kırk vecihle mu’cize olduğunu öyle isbat etmiş ki; kim görmüşse değil tenkid ve itiraz etmek, belki isbatlarına hayran olmuş.. takdir ederek çok senâ etmiş. Kur’ânın vech-i i’câzını ve hak Kelâmullah olduğunu isbat etmek cihetini Risâlet-in Nur’a havale ederek; yalnız bir kısa işâretle büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkat etti.

Birinci Nokta: Nasıl ki Kur’ân, bütün mu’cizatiyle ve hakkaniyetine delil olan bütün hakâikiyle, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir mu’cizesidir. Öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da, bütün mu’cizatıyla ve delail-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle Kur’ânın bir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-i katıasıdır.

İkinci Nokta: Kur’ân, bu dünyada, öyle nurânî ve saadetli ve hakîkatlı bir sûrette bir tebdil-i hayat-ı içtimâîye ile beraber; insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde, hem hayat-ı içtimâîyelerinde, hem hayat-ı siyasiyelerinde öyle bir inkılâb yapmış ve idâme etmiş ve idare etmiş ki;

Səs yoxdur