Şualar | Dokuzuncu Şuâ | 197
(192-204)

Başta Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın hakkaniyetini isbat eden bütün mu’cizeleri, hüccetleri ve hakîkatları, birden hakîkat-ı haşriyenin tahakkukuna ve vukuuna şehâdet edip isbat ederler. Çünkü; Kur’ân’ın hemen üçten birisi haşirdir. Ve ekser kısa sûrelerinin başlarında gâyet kuvvetli âyât-ı haşriyedir. Sarîhan ve işâreten binler âyâtıyla aynı hakîkatı haber verir, isbat eder, gösterir. Meselâ:



gibi, otuz-kırk sûrelerin başlarında bütün kat’iyyetle hakîkat-ı haşriyeyi kâinatın en ehemmiyetli ve vâcib bir hakîkatı olduğunu göstermekle beraber, sâir âyetlerinde dahi o hakîkatın çeşit çeşit delillerini beyân edip ikna eder. Acaba bir tek âyetin birtek işâreti, gözümüz önünde ulûm-u İslâmiyede müteaddid ilmî ve kevnî hakîkatları meyve veren bir kitabın binler böyle şehâdetleri ve dâvaları ile, Güneş gibi zuhur eden îman-ı haşrî; hakîkatsız olması Güneşin inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı ve yüz derece muhal ve bâtıl olmaz mı? Acaba bir sultanın birtek işâreti yalan olmamak için bazan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde, o pek ciddî ve izzetli sultanın binler sözleri ve va’dleri ve tehdidlerini yalan çıkarmak hiçbir cihette kabil midir ve hakîkatsız olmak mümkün müdür? Acaba, on üç asırda fasılasız olarak hadsiz ruhlara, akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakîkat dâiresinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu ma’nevî Sultan-ı Zîşân’ın birtek işâreti böyle bir hakîkatı isbat etmeye kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakîkat-ı haşriyeyi gösterip isbat ettikten sonra, o hakîkatı tanımayan bir echel ahmak için Cehennem azabı lâzım gelmez mi ve ayn-ı adalet olmaz mı? Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semâvî suhuflar ve mukaddes kitablar dahi, bütün istikbâle ve umum zamanlara hükümran olan Kur’ânın tafsilâtla, izahatla

Səs yoxdur