Şualar | OnBirinci Şuâ | 228
(205-299)

Mahlûkların en ehemmiyetlisi olan nev’-i insanın en ehemmiyetli ve umûmî ve umum kâinatı ve umum esmâ ve sıfât-ı İlâhîyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye âid duâlarını içine alan ve nev’-i insanın Güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duâsına “âmîn, âmîn” dedirten ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin hiç olmazsa kaç def’a ona salavat getirmekle onun duâsına “âmîn, âmîn” diyen ve belki bütün mahlûkat o duâsına iştirak ederek “Evet ya Rabbenâ! İstediğini ver, biz de onun istediğini istiyoruz.” diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerâit altında beka-i uhrevî ve saadet-i ebediye için Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın −haşrin hadsiz esbab-ı mûcibesinden− yalnız tek duâsı Cennet’in vücûduna ve baharın îcadı kadar kudretine kolay olan âhiretin îcadına kâfi bir sebebdir diye “Mucîb” ve “Semi’” ve “Rahîm” isimleri bizim sualimize cevab veriyorlar.

Hem mâdem, gündüz bedahetle Güneşi gösterdiği gibi, zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte, perde arkasında bir mutasarrıf gâyet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde ve mîzanlı zînetinde ve zemin sahifesinde üç yüz bin haşr ve neşrin nümûne ve misallerini gösteren üç yüz bin kitab hükmündeki nebâtât ve hayvanat tâifelerini (onda) yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmıyarak, karışık iken karıştırmıyarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, ma’nidar yazan bir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmet ile işlediği gibi; koca kâinatı bir hânesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sâir zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve sohbetine müşerref eylemesi ile fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhreviyeyi kat’i va’d ve ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şübhe olmaz ki: Bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyâmeti getirecek diye “Muhyî” ve “Mümit” ve “Hayy” ve “Kayyum” ve “Kadîr” ve “Alîm” isimleri, Hâlıkımızdan sormamıza cevab veriyorlar.

Səs yoxdur