Şualar | OnBirinci Şuâ | 230
(205-299)

Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki; husûsi bir yere bakmayan ve îmanî hakîkatlar gibi umum kâinata bakan nefyler, inkârlar (zâtında muhâl olmamak şartıyla) isbat edilmez diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstûr-u esasî kabul etmişler.

İşte bu kat’i hakîkata binâen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle îmanî mes’elelerde birtek muhbir-i sâdıka karşı hiçbir şübhe hatta vesvese vermemek lâzım iken, yüz yirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sâdıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i hakîkat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı îmaniyede, aklı gözüne inmiş, kalbsiz, ma’nevîyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlariyle şübheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divânelik olduğunu kıyâs ediniz. Hem mâdem, gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inâyet-i dâime müşâhede ediyoruz ve dehşetli bir saltanat-ı rubûbiyet ve dikkatli bir adâlet-i âliye ve izzetli icraat-ı celâliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz. Hatta bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihâzâtı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsânları, in’amları ona bağlamış bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve Semud ve Fir’avun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza eden izzetli ve inâyetli bir adâlet ve


âyeti, azametli bir îcaz ile der:

Nasılki iki kışlada yatan ve duran muti askerler, bir kumandanın çağırmasıyla silâh başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kışlanın misalinde ve emre itaatında koca semâvât ve küre-i arz, Sultan-ı Ezelî’nin askerlerine iki muti’ kışla gibi,

Səs yoxdur