Şualar | OnÜçüncü Şuâ | 343
(323-383)

Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir’de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, tâ hiddetimden ve işkencelerine karşı “Artık yeter” dememden bir bahâne bulup, zalimâne tecavüzlerine bir sebeb göstererek yalanlarını gizlesinler. Ben, hârika bir ihsân-ı İlâhî eseri olarak şâkirâne sabrediyorum ve etmeğe de karar verdim.

Mâdem biz kadere teslim olup, bu sıkıntıları


sırriyle ziyâde sevab kazanmak cihetiyle ma’nevî bir ni’met biliyoruz; mâdem geçici, dünyevî musîbetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor; ve mâdem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kat’i kanaatımız var ki: Biz öyle bir hakîkata hayatımızı vakfetmişiz ki, Güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı haller ile müftehirane, müteşekkirâne bir mücahede-i ma’nevîye yapıyoruz diye şekva etmemek lâzımdır.

Aziz kardeşlerim!

Evvel âhir tavsiyemiz: Tesânüdünüzü muhafaza, enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve îtidal-i dem ve ihtiyattır.

Said Nursî


* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu müdde-i umumun iddiasından anlaşıldı ki; hükümetin ba’zı erkânını iğfal edip aleyhimize sevkeden gizli zındıkların plânları akîm kalıp yalan çıktı; şimdi bahâne olarak cemiyetçilik ve komitecilik isnadiyle yalanlarını setre çalışıyorlar ve bunun bir eseri olarak benimle kimseyi temas ettirmiyorlar. Güya temas eden birden bizden olur. Hatta büyük me’murlar da çok çekiniyorlar ve bana sıkıntı verdirmekle kendilerini âmirlerine sevdiriyorlar. Hususan ben, itiraznâmenin âhirinde, bu gelen fıkrayı diyecektim, fakat bir fikir mâni oldu. Fıkra şudur:

Səs yoxdur