Amerikalı mühtedi muallim Zekeriya kardeşimizin Risale-i Nurların sadeleştirilmesi hakkındaki yazısı. 03 Nisan 2012
بسم الله الرّحمٰن الرّحیم
10 Cemâzil-Evvel 1433
1 Nisan 2012
Vakt-i ‘asr
Vird-i Lisani
Birinci Bölüm
Benim ana dilim Türkçe değil, Kürtçe de değil. Açıkça söylesem, Türkçe, öğrendiğim dördüncü dil hükmündedir. Onun için baştan bu yazıda yapacağım hatalardan özür diler, sabrınızı rica ederim.
Benim ismim John Zacharias Crist. Amerika’da doğup büyümüş 25 yaşlı biriyim. Evet, benim ana dilim İngilizcedir ve sonradan Fransızcayı ve İspanyolcayı öğrendim. Artık neredeyse üç senedir İstanbul’da ikamet ediyorum ve Türkçeyi yaşayarak ,ve kanaatimde daha mühim, Risale-i Nuru okuyarak öğrendim. Şimdi mevzu’a geçelim, Risale-i Nur talebesi olarak lakin ana dilim Türkçe olmadığı halde çok sıklıkla sorulan bir sual bana geliyor: “Risale-i Nur’un ‘sadeleştirmesi’ hakkında ne düşünüyorsun?”
Devam etmeden evvel, bunu da söylemem lazım: Benim asıl mesleğim Fransızca eğitimidir. Amerika’dan dil eğitimi fakültesinden mezun alıp hem Amerika’da hem de Türkiye’de Fransızca ve İngilizce öğretmenliği yaptım ve hâlâ yapıyorum. Üniversitedeyken derslerimin büyük bir kısmı linguistics, yani dil bilimi, bölümünden idi.
Peki, suale dönelim. Hiçbir dil, ne olursa olsun, sadeleştirilemez, ancak sakatlaştırılabilir. Sadece insanların ifade edebileceği kabiliyeti ve fikirleri daraltıyor. Türkiye’de bir sefer 14 ve 15 yaşındaki öğrencilerle Risale-i Nur sohbeti yapıyordum ve nifak kelimesini kullandım, bu öğrencilerin çoğu, şu kelimenin manasını bilmiyordu ve ben gerçekten şaşırdım. Zira aynı yaştaki Amerika’da yaşayan bir öğrenci hem bu kelimenin manasını bilir hem de günlük hayatında kullanır. Yani, bu ne demek? Bu öğrencilerin zihniyetinde nifak mefhumu yoktu, manasını bilmeden kendi dünyasında ne kavrayabilir ne de yansıyor. Hayatta nifakâne bir hadiseyi tecrübe etseler bile onun aleyhinde kördür ve ona karşı bir cevap veremezler.
Fakat “Risale-i Nur artık anlaşılmıyor” diyenler var şimdi. Ona karşı neyi düşündüğümü merak edenler de çok. Ama ben, 500 sene evvel yazılan Shakespeare’in şiirlerini ‘sadeleştirilmeden’ anlayabilirim. Hatta 800 sene evvel yazılan Chaucer’in İngilizcesinin bir kısmını da anlayabilirim. Evet, İngiliz dili, o 800 ve 500 seneler zarfında değişmiş – yeni kelimeler oluşturuldu, gramer değişmiş ve saire. Eskiden daha saf bir dil değildi ve hâlâ İngilizcenin %40 Fransızca, yani Latince, kökenlidir; ama İngilizce konuşan dünyası ona karşı hiç eziyet hissetmiyor. Bilakis ona bir zenginlik olarak algılıyor. Bizim dilimizi daha iyi bir şekilde öğrenmek için ya Fransızcayı ya da Latinceyi okuyoruz. Evet, ben de Latinceyi lisede okudum.
Demek, benim fehmettiğim kadarıyla sadeleştirmek, tembellik meşhurlaştırmasından başka bir şey değildir. Neden? Bir başka bir misalle ifham etmeye çalışacağım inşallah. Shakespeare’in eserlerini ilk gördüğümü hatırlıyorum, ilk nazarda anlayamadım. Fakat öğretmenlerimiz ve halkımız Shakespeare’in ‘sadeleştirilmesi’ne izin vermedi ve vermez. Zira onun eserlerine ve mütedahil manalarına müdhiş bir hakaret olarak görürdüler. Çünki nüansları ve derin kavramları, gözlerimizin altında olduğu halde kaybolurdu. O vakit ne yaptı kıymetdar öğretmenlerimiz? Bize Shakespeare’i okuttular, anlamadığımız kelimeleri anlattılar, değişik gramer kurallarını şerhettiler, tâ ki mütenevvir olduk… Bize sakat bir dil ile bırakmadılar; vazifesini yaptılar ve elhamdülillah, 500 senelik ihtiyar bir İngilizceyi, günümüzdeki İngilizce gibi anlayabilirim.
Bu kadar İngilizce bildiğim halde, yine de nakıs görüyorum. Neden? Çünkü üniversitede iken bilmediğim kelimelerle çok sıkça karşılaştım ve hâlâ akademik bir kitabeti veya makaleyi okuduğum zaman, bilmediğim en az bir kelime çıkıyor. Evvelce anlattığım eğitimden geçtikten sonra, bazen o kelimeleri, cümlesinin bağlamında fehmedebilirim, ama bazen de sözlüğe bakmak zorunda kalıyorum. Evet, ana dilim İngilizce olduğu halde kendi dilimde sürekli yeni kelimeleri öğreniyorum ve doğrusunu söylesem, öğrenmekten müdhiş bir zevk alıyorum. Çünkü fikrimi geliştiriyor, o kadar dar bir dünyada yaşamaya mahkûm değilim, elhamdülillah. Yani bir eser okurken, İngilizce – İngilizce Sözlüğü elimde olmadan silahsız kendimi hissediyorum; fakat bu usulü Türkiye’de çok nadiren gördüm. Evet, normal bir Amerikalının evindeki kitaplıkta bin sahifelik bir sözlüğün bulunması neredeyse şarttır ve içindeki kelimeler tâ Shakespeare’den evvel açıklıyor. Peki, okurken bilinmeyen bir kelimeyle karşılaşıldığı zaman bu kadar tembellik için ne bahane var? Artık ben soruyorum.
Mühim ihtar: Bu yazıyı ana dili Türkçe olana kasden tashih ettirmedim. Bütün kusurlar bana aid, hak sahibi ise Allah’dır.