Zühretunnur | Yirmialtıncı Lema | 69
(77-183)

İşte ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsefî ve ecnebi fünununa sarfeden ihtiyar kardeşlerim! Kur’ânın lîsanındaki mütemadiyen “LÂ İLÂHE İLLÂ HÛ” ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakîkatlı ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tegayyür etmez kudsî bir rüknü îmanîyi anlayınız ki, nasıl bütün ma’nevî zulümatı dağıtır ve ma’nevî yaraları tedavi eder.

Bu uzun mâcerâyı, ihtiyarlığımın rica kapıları içinde derci, adeta ihtiyarımla olmadı. İstemiyordum, belki usandıracak diye çekiniyordum. Fakat, bana yazdırıldı diyebilirim. (Her ne ise, sadede dönüyorum.) Saç ve sakalımdaki beyaz kılların ve bir vefadarın sadakatsızlığı neticesinde o şa’şaalı ve zâhiren tatlı ve süslü İstanbul’un hayat-ı dünyeviyesinin ezvâkından bana bir nefret geldi. Nefs, meftun olduğu ezvâkın yerinde ma’nevî ezvâk aradı. Bu ehl-i gafletin nazarında soğuk ve ağır ve nâhoş görünen ihtiyarlıkta, bir teselli, bir nur istedi. “FELİLLÂHİ’L-HAMD” Cenâb-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun, bütün o hakîkatsız, tatsız, âkibetsiz ezvâk-ı dünyeviye yerine; hakîki, dâimî ve tatlı ezvâk-ı îmaniyeyi “LÂ İLÂHE İLLÂ HÛ”da ve nûr-u tevhidde bulduğum gibi.. ehl-i gafletin nazarında soğuk ve sakil görünen ihtiyarlığı, o nûr-u tevhid ile çok hafif ve hararetli ve nurlu gördüm.

Ey ihtiyar ve ihtiyareler! Mâdem sizlerde îman var ve mâdem îmanı ışıklandıran ve inkişaf ettiren namaz ve niyaz var; ihtiyarlığınıza ebedî bir gençlik nazariyle bakabilirsiniz. Çünkü, onunla ebedî bir gençlik kazanabilirsiniz. Hakîki soğuk ve sakil ve çirkin ve zulmetli ve elemli olan ihtiyarlık ise; ehl-i dalâletin ihtiyarlıklarıdır, belki de onların gençlikleridir. Onlar ağlamalı, onlar “vâ-esefâ vâ-hasretâ” demeli... Sizler, ey muhterem îmanlı ihtiyarlar! “ELHAMDÜLİLLÂHİ ALÂ KÜLLİ HÂL” deyip mesrurane şükretmelisiniz...

ON İKİNCİ RİCA: Bir zaman Isparta Vilâyetinin Barla nahiyesinde nefy nâmı altında, işkenceli bir esaretle yalnız ve kimsesiz bir köyde ihtilâttan ve muhabereden men’edilmiş bir vaziyette hem hastalık, hem ihtiyarlık, hem de gurbet içinde gâyet perîşan bir halde iken; Cenâb-ı Hak kemâl-i merhametinden, Kur’ân-ı Hakîmin nüktelerine, sırlarına dâir benim için medâr-ı teselli bir nur ihsan etmişti. Onunla o acı, elîm, hazin vaziyetimi unutmaya çalışıyordum. Vatanımı, ahbabımı, akaribimi unutabiliyordum.

Ses Yok