Sıkça Sorulan Sorular
(Hakikat-ı Haşir)
“Bize gösterdiğin nümûnelerin, gölgelerin asıllarını, menbalarını göster.” cümlesinden maksad nedir?

Gölge, “asıldan haber veren, fakat aslın özelliklerini taşımayan, varlık mertebesi yönünden asla göre çok sönük kalan” manasında kullanılmaktadır.

Cenâb-ı Hakk’ın varlığı “vacip”; yani olması zorunlu, olmaması ise imkansızdır. Bu varlık mertebesi ancak Allah’a mahsustur. Bütün mahlûkatın varlıkları ise “mümkin” sınıfına girer. Bir zamanlar yok idiler, İlâhî irade ile varlığı tattılar. Yine aynı irade ile hayatlarına son verilebilir ve yeniden varlık sahasından göç ederler.
İşte bu mümkinin varlık sıfatı, Cenâb-ı Hakk’ın vacib olan varlığına göre zayıf bir gölge gibidir.
“Umum kâinattaki umum kemâlât, bir Zât-ı Zülcelal’in kemâlinin âyâtıdır ve cemâlinin işaratıdır. Belki hakikî kemâline nisbeten bütün kâinattaki hüsün ve kemâl ve cemâl, zaîf bir gölgedir.” Sözler

Eşyanın varlığının gölge kadar zayıf olduğunu bilen bir insan, kalp âleminde ona gölge kadar kıymet verir. Bunlarla oyalanmaz, o gölgelerde esmasını tecelli ettiren Vacib-ül-Vücud’un marifetinde, muhabbetinde mertebeler kat etmeye çalışır.

İşarat (işaretler) kelimesi de gölge mânâsını ders vermekle birlikte, hayale ayrı pencereler de açar.

Haritada, üzerinde İstanbul yazılı bir nokta görürüz. Bu nokta ve bu isim İstanbul’a işaret ederler, ama onlar İstanbul değildirler. Onlarda İstanbul’un hakikî güzelliğini ve gerçek kemâlini görmek, hissetmek mümkün değildir.

Mahlukat için “esmâ-i İlahiyetin gölgelerinin gölgeleri” denilmekte ve “gölgenin gölgesi” için şöyle bir misâl de verilmektedir:

Güneşin aynadaki aksi, onun gölgesi makamındadır, yani ondan haber verir ve varlık mertebesi itibariyle onun varlığına nispetle gölge gibi zayıf kalır. O aynayı bir başka aynaya karşı tuttuğumuzda bu ikinci aynada birinci aynadaki “gölge güneş” tecelli eder. İşte bu ikinci tecellinin varlık derecesi ise “gölgenin gölgesi” kadardır.

Eşyanın, ilm-i İlahideki mahiyetleri “Esma-i İlahiyenin gölgeleri”, bunların yaratıldıktan sonraki halleri (hakikatleri) ise esma-i İlahiyenin gölgelerinin gölgeleridir.

Gölgenin varlığı, aslın varlığı yanında çok sönük kalır; derece itibariyle onun çok aşağılarında bulunur. Bir de o gölgenin gölgesini düşünelim, bu ikinci gölgenin varlığı ile birinci gölge arasındaki farklılık, asıl ile birinci gölge arasındaki fark kadardır. Yani bu ikinci gölge ilk gölgeye göre çok daha aşağı bir varlık mertebesine sahiptir.

Bir cismin aynadaki tecellisi onun bir bakıma gölgesidir. Yani onun varlığı ile “bu gölge varlık” arasında büyük farklılıklar vardır. Bir taşın aynadaki timsalinde sertlik bulamazsınız. O gölge, taşı temsil eder, taştan haber verir, ama taşın varlık mertebesinin yanında onun derecesi ancak bir gölge kadardır. Bu gölgenin karşısına bir ayna daha tutalım ve o gölge o ikinci aynada tecelli etsin. İşte bu ikinci gölge varlığa, “gölgenin gölgesi” denilir.

Vahdetü’l-Vücud meşrebinde, mahlûkat âlemi yaratılmadan, onların İlâhî ilimdeki taayyünlerine ayân-ı sabite adı verilir ve bu ilmî vücutlara, İlâhî isimlerin gölgeleri denilir. O ilmî varlık, şehadet âlemine getirildiğinde gölgenin gölgesi kadar bir varlık mertebesine sahip kılınır. Zira, eşya ayân-ı sabitenin gölgeleri, ayân-ı sabite de esma-i İlâhiyenin gölgeleridir.

Arama

Yardım

* Sıkça Sorulan Sorular Bölümünde sol taraftaki menüden kategori seçerek ya da arama yaparak soruları listeleyebilirsiniz.
* Listelenmiş sorulara tıklayarak tamamını okuyabilirsiniz.
* Arama yaptığınızda listelenen soruların kategorilerine başlık içerisinde turuncu ile yazılmış linkler sayesinde ulaşabilirsiniz.