İman ve Küfür Müvazeneleri | Mukaddime | 11
(5-12)

Allah’a îmân umumî olduğundan, Allah’ı tanıttırmakla ve Cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahetlerden, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise, eski zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide fen ve ilim ile dalâlete girip inad ve temerrüd ile hakaik-ı îmâna karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inatcılar firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalâletleriyle hakaik-ı îmâniyeye karşı muaraza ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi, bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir hakikat-ı kudsiye lâzımdır ki onların tecâvüzatını durdursun ve bir kısmını îmâna getirsin.

İşte Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın tam yarasına bir tiryak olarak Kur’ân-ı Mu’cizülBeyan’ın bir mu’cize-i mâneviyesi ve lemaatı bulunan Risale-i Nur, pek çok muvazenelerle, en dehşetli muannid mütemerridleri, Kur’ân’ın elmas kılıncı ile kırıyor ve kâinat zerreleri adedince vah-daniyet-i İlâhiyeye ve îmânın hakikatlarına hüccetleri, delilleri gösteriyor ki, yirmi beş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.

Evet, Risale-i Nur’da, îmân ve küfür müvazeneleri ve hidayet ve dalâlet mukayeseleri bu mezkûr hakikatı bilmüşahede isbat ediyor. Meselâ: Yirmi İkinci Söz’ün İki Makamının Bürhanları ve Lem’alarına.. ve Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıfına ve Otuz Üçüncü Mektubun pencerelerine ve Asayı Mûsâ’nın On bir Hüccetine sair muvâzeneler kıyas edilse ve dikkat edilse anlaşılır ki, bu zaman da küfrü mutlakı ve mütemerrid dalâletin inadını kıracak,

Səs yoxdur