İman ve Küfür Müvazeneleri | Mukaddime | 9
(5-12)

Birer birer ve taife taife o zulümat kuyusuna atılıyorlar.

İşte bu insan âlemini bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla, bütün letâif-i insaniyem, belki bütün zerrat-ı vücudum feryad ile ağlamağa hâzır iken, birden Kur’ân’dan gelen nur ve kuvvet-i îmân o dalâlet gözlüğünü kırdı; kafama bir göz verdi. Gördüm ki:

Cenâb-ı Hakk’ın Âdil ismi, Hakîm Burcunda.. Rahman ismi, Kerîm Burcunda.. Rahîm ismi, Gafur Burcunda −yani mâ nasında− Bâis ismi, Vâris Burcunda.. Muhyi ismi, Muhsin Burcunda.. Rab ismi, Mâlik Burcunda birer güneş gibi tulû ettiler. O karanlıklı insan âlemi içinde çok âlemler bulunan umumunu ışıklandırdılar, şenlendirdiler; Cehennemî hâletleri dağıtıp nûranî âhiret âleminden pencereler açıp o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. Zerrat-ı kâinat adedince “Elhamdülillâh, Eşşükrü Lillâh” dedim. Ve aynelyakîn gördüm ki: “Îmânda mânevî bir Cennet ve dalâlette mânevî bir Cehennem bu dünyada da vardır” yakinen bildim.

Sonra küre-i arzın âlemi göründü. O seyahat-ı hayaliyemde dine itaat etmiyen felsefenin, karanlıklı kavanin-i ilmiyeleri hayalime dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş defa top güllesinden daha sür’atli hareketiyle yirmi beş bin sene mesafeyi bir senede gezip devreden ve her vakit dağılmağa ve parçalanmağa müstaid ve içi zelzeleli, çok ihtiyar ve çok yaşlı Küre-i arz içinde ve o dehşetli gemi üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat eden biçare nev’-i insan vaziyeti, bana vahşetli bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı. Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden Hikmet-i Kur’âniye ile ışıklanmış bir göz ile baktım, gördüm ki:

Səs yoxdur