İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmialtıncı Söz | 145
(144-148)

Biri, padişahı bilmez; o yerde gasıbâne, sârikane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve vâridat ve makinalarını işlettirmek ve garib hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ızdırap çeker. O Cennet gibi bahçe, başına bir Cehennem gibi oluyor. Herşey’e acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edebsiz adam, te’dip sûretiyle hapse atılır. İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir programla, kemâl-i suhûletle işlediğini îtikad eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp, kemâl-i safa ile o Cennetmisal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşey’i hoş görür, kemâl-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte

sırrını anla.

DÖRDÜNCÜ MEBHAS:

Eğer desen: “Birinci Mebhasda isbat ettin ki: Kaderin herşey’i güzeldir, hayırdır. Ondan gelen şer de hayırdır, çirkinlik de güzeldir. Halbuki, şu dâr-ı dünyadaki musibetler, beliyyeler, o hükmü cerhediyor.”

Elcevab: Ey şiddet-i şefkatten şedit bir elemi hisseden nefsim ve arkadaşım! Vücud, hayr-ı mahz, adem şerr-i mahz olduğuna; bütün mehasin ve kemâlâtın vücuda rücuu ve bütün maâsi ve mesâib ve nekaisin esası, adem olduğu, delildir. Madem adem şerr-i mahzdır. Ademe müncer olan veya ademi işmam eden hâlât dahi şerri tazammun eder. Onun için, vücudun en parlak nuru olan hayat,ahvâl-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet buluyor.

Səs yoxdur