İşaratu-l İcaz | Hurufu Mukattaa | 39
(30-39)

3- deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidâyet-i Kur’ân öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakîkatı idrak edilemez ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihâtası ilmen kabil değildir. Çünkü marifenin zıddı olan “nekre”; ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş’et eder. Buna binâendir ki, “tenkir” ba’zan tahkiri ba’zan ta’zimi ifade eder, denilmiştir.

4- Müteaddid kelimelere bedel ism-i fâil sîgasiyle ihtiyar edilen kelimesi ile yapılan îcaz, hidâyetin semeresine ve te’sirine işâret olduğu gibi, hidâyetin vücûduna da bir delil-i innîdir.

S― Gâyet mahdud, az birkaç noktadan beşerin tâkatinden hariç denilen i’cazın doğması ihtimali var mıdır?

C― Maddî ve ma’nevî her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve te’siri vardır. Evet, in’ikas sırriyle, üç şeyin hüsnü içtima ederse, beş olur. Beş içtima ederse, on olur. On içtima ederse, kırk olur. Çünkü: Herşeyde bir nevi in’ikas ve bir nevi temessül vardır. Nasılki, birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik iki-üç nükte veya iki-üç hüsn içtima ettikleri zaman pekçok nükteler, pekçok hüsünler tevellüd eder. Bu sırra binâendir ki, her hüsn sâhibinin ve herbir sâhib-i kemâlin emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri, kemâlleri bir iken iki olur. Hatta bir taş, taşlığiyle beraber kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşiyle birleşmeğe meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa, taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar.

S― Belâgat ve hidâyetten maksad, hakîkatı vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak iken; müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilafat, gösterdikleri ihtimaller, beyân ettikleri ayrı ayrı birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakîkat ne sûretle görülebilir?

C― Ma’lûmdur ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara âid değil, bütün beşerin sınıflarına raci’dir. Binâenaleyh; herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, isti’dâdına göre Kur’ân’ın hakâikından hisse alabilir ve hissedardır. Halbuki nev’-i beşer derece i’tibâriyle muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit.. vekeza meyl, istihsan, lezzet, tabiat i’tibâriyle birbirine uymuyor.

Səs yoxdur