İşaratu-l İcaz | Hurufu Mukattaa | 38
(30-39)

hem tarîk-ı müstakimi irâe etmekle muvazzaf olduğunu gösterir, hem mücessem bir nûr-u hidâyet olduğunu i’lân eder. İşte bu cümlelerden herbirisi, ifade ettiği birinci ma’nasiyle arkadaşlarına delil olduğu gibi, ikinci ma’nasiyle da onlara neticedir. Sonra bu âyetin şu cümleleri arasında i’caza menba, belâgata medâr olan on iki münâsebet, alâka ve bağlılık vardır. Bunlardan misâl olarak üç taneyi zikr, ötekileri de sana havale ederim.

1- bütün muarızları, muarazaya da’vet eder. Öyle ise, en yüksek bir kitabdır. Öyle ise, bir yakîn sadefidir. Zîra kitabın kemâli, yakîn iledir. Öyle ise, nev’-i beşer için mücessem bir hidâyettir.

2- yâni, emsaline tefevvuk etmiştir. Öyle ise, müstesnadır. Çünkü şek ve şübhe yeri değildir. Çünkü müttakilere doğru yolu gösterir. Öyle ise, mu’cizdir.

3- Yâni, tarîk-ı müstakime irşâd eder. Öyle ise, yakîniyattandır. Öyle ise, mümtazdır. Öyle ise, mu’cizdir.

Ey arkadaş! Şu cümlesindeki nûr-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir.

1- Bu cümlede mübteda mahzuftur. Bu hazf; (cümleyi teşkil eden mübteda ile haber arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki mübteda hazfolmayıp haberin içerisine girmiş) haricen ikisi müttehid oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işârettir.

2- yerinde yâni, ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nûr-u hidâyetten cevher-i Kur’ân’ın husûle geldiğine işârettir.

Səs yoxdur