İşaratu-l İcaz | Mühürlenen Kalbler | 77
(72-82)

Kalb gözü, sanki cevahire bir hazine olmak üzere Cenâb-ı Hak tarafından yapılan bir binadır. Vakta ki sû-i ihtiyarlariyle ifsada uğradı ve cevherlere yapılan yerler, yılanlar ve akreplerle doldu; kapısı hatmedildi ki, o sâri hastalıktan başkaları mutazarrır olmasın.

: Zamir-i mütekellimin yerine ism-i zâhirin gelmesi, tekellümden gaybete iltifattır. Ve bu iltifatta latif bir nükte vardır. Şöyle ki:

den sonra mukadder ve menvî (maksud) olduğuna nazaran, sanki nûr-u marifet onların kalblerinin kapılarına geldiği zaman kalblerini açıp kabul etmediklerinden, Allah da gadaba gelerek kalblerini hatmetti.

: fiil-i müteaddi olduğu halde ile zikredilmesi, hatmedilen kalbin dünyaya bakan kapısı değil, ancak âhirete nâzır olan kapısı seddedilmiş olduğuna işârettir. Ve keza hatmin alâmet-i ma’nasını ifade eden vesm’i (damga) tazammun ettiğine işârettir. Sanki o hatm, o mühür, kalblerinin üstünde sâbit bir damgadır ve silinmez bir alâmettir ki, dâima melâikeye görünür.

S- Bu âyette kalbin sem’ ve basara takdimindeki hikmet nedir?

C- Kalb îmanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sâni’i arayan ve isteyen ve Sâni’in vücûdunu delâiliyle i’lân eden, kalb ile vicdandır. Zîra kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze ma’rûz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinâdı; kezalik emellerinin tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çâre ararken, derhal bir nokta-i istimdâdı aramaya başlar. Bu noktalar ise, îman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır.

İhtar: Kalbden maksad, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbânîyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binâenaleyh o latife-i Rabbânîyeyi tazammun eden o et parçasına kalb ta’birinden şöyle bir letâfet çıkıyor ki; o latife-i Rabbânîyenin insanın ma’nevîyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.

Səs yoxdur