İşaratu-l İcaz | Nübüvvetin Tahkiki | 108
(105-121)

Bu zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılâb-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celb ve cezbettiren, o zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir herkesçe ma’lûm olan sıdk ve emaneti idi. Demek o zâtın (A.S.M.) sıdk ve emaneti, da’va-yı nübüvvetine en büyük bir bürhan olmuştur.

Dördüncü Mes’ele: İkinci sahifeyi okuyacağız. Bu sahife, mâzi yâni zaman-ı saadetten evvelki zamandır. Şu sahifenin hâvi olduğu enbiyâ-i sâlifînin ahvâl ve kıssaları, o zâtın sıdk-ı nübüvvetine birer bürhandır. Yalnız dört nükteye dikkat lâzımdır:

Birinci Nükte: İnsan bir fennin esaslarını ve o fennin hayatına taallûk eden noktaları bilmekle, yerli yerince kullanmasına vâkıf olduktan sonra da’vasını o esaslara bina etmesi, o fende mahir ve mütehassıs olduğuna delildir.

İkinci Nükte: Fıtrat-ı beşeriyenin iktizasındandır ki; âdi bir insan da olsa, hatta çocuk da olsa, hatta küçük bir kavim içinde de bulunsa, pek kıymetsiz bir da’va husûsunda cumhura muhalefet edip yalan söylemeye cesâret edemez. Acaba pek büyük bir haysiyet sâhibi, âlemşümul bir da’vada, pek inadlı ve kesretli bir kavim içinde, ümmi, yâni okur-yazar sınıfından olmadığı halde, aklın tek başına idrakten âciz olduğu ba’zı şeylerden bahsedip kemâl-i ciddiyetle âleme neşr ve i’lân etmesi O’nun sıdkına delil olduğu gibi, o mes’elenin Allah’tan olduğuna da bir bürhan olmaz mı?

Üçüncü Nükte: Ma’lûmdur ki, medenî insanlarca ma’lûm ve me’luf pek çok ilimler, sıfatlar, fiiller vardır ki, bedevilerce meçhul olur ve o gibi şeylerden haberleri yoktur. Binâenaleyh bilhassa geçmiş zamanlardaki bedevilerin ahvâlinden bahsetmek isteyen bir adam, hayalen o zamanlara, o çöllere gidip onlar ile görüşmelidir. Zîra onların ahvâlini ezberden, onları görmeden muhakeme etmekle istediği ma’lûmatı elde edemez.

Dördüncü Nükte: Ümmi bir adam, bir fennin ulemâsiyle münakaşaya girişerek, beyn-el ulemâ ittifaklı olan mes’eleleri tasdik ve ihtilaflı olanları da tashih ederse; o adamın bu hârika olan hali, onun pek yüksekliğine ve onun ilminin de vehbî olduğuna delâlet etmez mi?

Bu dört nükteyi gözönüne getir, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’a bak ki: O Zât herkesçe müsellem ümmiliğiyle beraber, geçmiş enbiyâ ile kavimlerinin ahvâllerini görmüş ve müşahede etmiş gibi Kur’ân’ın lîsaniyle söylemiştir. Ve onların ahvâlini, sırlarını beyân ederek âleme neşr ve i’lân etmiştir. Bilhassa naklettiği onların kıssaları, bütün zekilerin nazar-ı dikkatini celbeden da’va-yı nübüvvetini isbat içindir.

Səs yoxdur