İşaratu-l İcaz | Nübüvvetin Tahkiki | 112
(105-121)

Kezalik kelâmlarda, sözlerde de zamanın te’siri vardır. Meselâ bir zamanda kıymetli bir sözün, başka bir zamanda kıymeti kalmaz. Binâenaleyh şu kadar uzun zamanlar, asırlar boyunca gençliğini, güzelliğini, tatlılığını, garabetini muhafaza eden Kur’ân, elbette ve elbette hârikadır.

Dördüncü Nükte: İrşadın tam ve nâfi’ olmasının birinci şartı, cemâatın isti’dâdına göre olması lâzımdır. Cemâat, avamdır. Avam ise hakâiki çıplak olarak göremez, ancak onlarca ma’lûm ve me’luf üslûb ve elbise altında görebilirler. Bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerîm yüksek hakâiki, müteşabihat denilen teşbihler, misâller, istiareler ile tasvir edip, cumhûra yâni avâm-ı nâsın fehimlerine yakınlaştırmıştır. Ve keza, tekemmül etmeyen avâm-ı nâsın tehlikeli galatlara düşmemesi için, hiss-i zâhirî ile gördükleri ve i’tikâd ettikleri Güneş, Arz gibi mes’elelerde icmal ve ibham etmiş ise de, yine hakîkatlara işâreten ba’zı emâreler, karineler vaz’etmiştir.

Bu nükteleri aklına koyduktan sonra, şu gelen fezlekeye dikkat et: Şerîat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şerîat, ulûm-u esasiyenin hayatî noktalarını tamamiyle tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülahhastır. Evet tehzibür ruh, riyazetü’l-kalb, terbiyetü’l-vicdan, tedbirü’l-cesed, tedvirü’l-menzil, siyasetü’l-medeniye, nizamatü’l-âlem, hukuk, muamelât, âdâb-ı içtimâîye vesâire vesâire gibi ulûm ve fünunun ihtiva ettikleri esâsâtın fihristesi, Şerîat-ı İslâmiyedir. Ve aynı zamanda, lüzum görülen mes’elelerde, ihtiyaca göre îzahatta bulunmuştur. Lüzumlu olmayan yerlerde veya zihinlerin isti’dâdı olmayan mes’elelerde veyahut zamanın kabiliyeti olmayan noktalarda, bir fezleke ile icmal etmiştir. Yâni esasları vaz’etmiş, fakat o esaslardan alınacak hükümleri veya esâsâta bina edilecek fürûatı akılların meşveretine havale etmiştir. Böyle bir şerîatın ihtiva ettiği fenlerin üçte biri bile; şu zaman-ı terakkide, en medenî yerlerde, en zeki bir insanda bulunamaz. Binâenaleyh vicdanı insaf ile müzeyyen olan zât, bu şerîatın hakîkatının bütün zamanlarda, bilhassa eski zamanda, tâkat-ı beşeriyeden hariç bir hakîkat olduğunu tasdik eder. Evet zâhiren İslâmiyet dâiresine girmeyen düşman feylesofları bile, bu hakîkatı tasdik etmişlerdir. Ezcümle, Amerikalı feylesof Carlyle Alman edib-i şehîri Goethe’den naklen Kur’ân’ın hakâikına dikkat ettikten sonra, “Acaba İslâmiyet içinde âlem-i medeniyetin tekemmülü mümkün müdür?” diye sormuştur. Yine bu suale cevaben demiştir ki: “Evet muhakkikler, şimdi o dâireden istifade ediyorlar.” Yine Carlyle demiştir ki: “Hakâik-i Kur’âniye, tulû’ ettiği zaman ateş gibi bütün dinleri yuttu.

Səs yoxdur