İşaratu-l İcaz | Nükteyi İcaziye | 162
(155-175)

Fakat her kim nefsinin emri altında mümkinatı nazara alarak bakarsa, şübhesiz vehimler onu havalandırır, dalâletin bataklığına atar. Bu iki tâife insanların meseli, şöyle iki şahsın meseline benzer ki: Onlardan birisi yukarıya, diğeri aşağıya gider. Her ikisi de pek çok su arklarını görürler. Yukarıya giden şahıs, doğru çeşmenin başına gider, suyun menbaını bulur; tatlı, temiz bir su olduğunu anlar. Sonra o çeşmeden teşaub edip dağılan bütün arkların temiz ve tatlı olduklarına hükmeder ve hangi arka tesadüf ederse, tatlı ve temiz olduğunda tereddüd etmez. İşte bu i’tibârla, kendisine vehimler tasallut etmezler. Aşağıya giden öteki şahıs ise arklara bakar, suyun menbaını göremediğinden, her rastgeldiği ark suyunun tatlı olup olmadığını anlamak için delilleri, emâreleri aramaya mecbûr olur. Bundan dolayı vehimlere ma’rûz kalır. Edna bir vehim, o kafasızı yoldan çıkarır. Yahud o iki tâifenin misâli, ellerinde bir âyine bulunan iki şahsın misâline benzer ki; birisi âyinenin şeffaf yüzüne bakar, içinde kendisini gördüğü gibi çok şeyleri de görebilir. Öteki adam ise, âyinenin renkli yüzüne bakar, birşey anlayamaz.

Hülâsa: Allah’ın sun’una, ef’aline, kelâmına, temsilâtına, üslûblarına; inâyet ve Rubûbiyetini mülâhaza etmekle beraber Allah’ın cânibinden bakmak lâzımdır. Bu bakış da ancak nûr-u îmanla olur. Bu i’tibârla vehimler olsa bile, ancak örümcek ağının kıymet ve kuvvetinde olur. Eğer mümkinat cihetinden cüz’î fikriyle, müşteri nazariyle bakarsa, zaîf bir vehim bile onun nazarında bir dağ gibi olur. Cudi Dağı’nı gözün rü’yetinden men’eden sineğin kanadı gibi; zaîf, küçük bir vehim de, hakîkatı onun gözünün görmesinden setreder.

ilââhir... Bu cümlenin evvelki cümle ile cihet-i irtibatı: Evet temsilât-ı Kur’âniye’deki hikmeti fehmetmek için Allah canibinden nûr-u îmanla bakmak lâzım olduğuna evvelki cümle ile işâret edilmiştir. Bu cümlede ise, mezkûr temsilâttaki hikmetin adem-i fehmini intâc eden ve aynı zamanda evham ve bahâneler yuvasına giden yol gösterilmiştir. Şöyle ki:

Alçak nefis tarafından herşeyi karanlıklı gösteren küfür zulmetiyle temsilât-ı Kur’âniye’ye bakan olursa; tabii o temsilâtın hikmetini anlayamaz, evhama kapılır. Kalbindeki marazın yardımiyle, her vehim onun nazarında bir dev kesilir, tarîk-i hakkı kaybeder, tereddüdlere ma’rûz kalır. Sonra istifhama, yâni sorup sual etmeye başlar; içinden çıkamaz, en nihayet iş inkâra dayanır, inkârın içinde kalır.

Səs yoxdur