İşaratu-l İcaz | Nükteyi İcaziye | 166
(155-175)

Ve keza; dünyanın nizamının bozulmasını intâc edip fesad ve ihtilâle sebebiyet veren iki ihtilâlcidirler. Buna dahi, fıskın üçüncü sıfatı olan cümlesiyle işâret edilmiştir. Evet fâsık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi itidali kaybedip safsatalara düşerse, i’tikâdata âid rabıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar. Ve keza, kuvve-i gadabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayatı içtimâîyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Ve keza, kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa heva-i nefse tâbi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zâil olur, kendisi berbad olacağı gibi başkalarını da berbad edecektir. Bu i’tibârla fâsıklar hem nev’inin zararına, hem Arz’ın fesadına çalışmış olur.

: Bu cümle, evvelki cümlenin neticesi ve aynı zamanda te’kididir. Şöyle ki:

Evvelki cümlede ahdi bozmak, sıla-i rahmi kesmek, Arz’da fesad yapmak gibi fâsıkın cinâyetlerini korkunç bir şekilde söyledikten sonra, bu cümlede evvelki tehdid ve korkuyu te’kid için, fâsıkın cinâyetlerinin netice ve cezasını şöyle beyân etmiştir: O fâsıklar, âhiretlerini verip dünyayı aldıkları gibi, hidâyeti dalâletle tebdil eden kafasız adamlardır.

Şimdi üçüncü vazifeye geldik. Yâni bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin heyetlerinden bahsedeceğiz:

Evvelâ bunu bilmek lâzımdır ki, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri ve âyetlerin cümleleri ve cümlelerin heyetleri; saniye, dakika, saatleri sayan saatin milleri gibidirler. Millerin her ikincisi birincisine yardım ettiği gibi, bir âyet bir maksadı ta’kib ettiği zaman, cümleleri de o maksadın etrafında dolaşırlar; cümlelerin heyetleri dahi, cümlelerin izini ta’kib ediyorlar. Vaziyetleri öyle bir noktaya gelir ki; halleri, lîsan-ı hal ile şu beyti okuyor:

Yâni: “Söylediğimiz sözler ayrı ayrı ise de, senin hüsnün birdir. Bütün sözlerimiz, o hüsnü cemâle işâret ediyorlar.” Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Kerîm’in selaseti ve yüksek belâgatı ve nakşındaki inceliği tabaka-i i’caza vâsıl olmuştur.


Səs yoxdur