Lemalar | Dördüncü Lema | 25
(19-26)

İşte bu misal gibi Şeyheyn’in veraset-i nübüvvet ve te’sîs-i ahkâm-ı Risâletinden tecelli eden hakîkat-ı Akrebiyet-i İlâhîyye altunundan hisselerinin az bir fazlalığı, kemâlât-ı şahsiye ve velâyet cevherinden neş’et eden Kurbiyet-i İlâhîyyenin ve kemâlât-ı velâyetin ve kurbiyetin çoğuna galib gelir. Müvazenede bu noktaları nazara almak gerektir. Yoksa şahsî şecaatı ve ilmi ve velâyeti noktasında birbiri ile müvazene edilse, hakîkatın sûreti değişir.

Hem Hazret-i Ali’nin (R.A.) zâtında temessül eden şahs-ı ma’nevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i ma’nevîyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecelli eden hakîkat-ı Muhammediye (A.S.M.) noktasında müvazene edilmez. Çünkü: Orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sırr-ı azîmi var.Amma şîa-i hilafet ise, Ehl-i Sünnet ve Cemâate karşı mahcubiyetinden başka hiçbir hakları yoktur. Çünkü bunlar Hazret-i Ali’yi (R.A.) fevkalâde sevmek da’vasında oldukları halde tenkîs ediyorlar ve su-i ahlâkta bulunduğunu onların mezhebleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki: “Hazret-i Sıddîk ile Hazret-i Ömer (R.A.) haksız oldukları halde Hazret-i Ali (R.A.) onlara mümâşat etmiş, Şîa ıstılahınca takiyye etmiş; yâni onlardan korkmuş, riyakârlık etmiş.” Acaba böyle kahraman-ı İslam ve “Esedullah” ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı, riyakâr ve korkaklık ile ve sevmediği zâtlara tasannu’kârane muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyâde havf altında mümâşat etmekle haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali (R.A.) teberri eder. İşte ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali’yi (R.A.) tenkîs etmez, sû-i ahlâk ile ittiham etmez. Öyle bir hârika-i şecaate korkaklık isnad etmez ve derler ki: “Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Râşidîni hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek ki onları haklı ve râcih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiş.”

Elhasıl: Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise hadd-i vasattır ki: Ehl-i Sünnet Ve Cemâat onu ihtiyar etmiş. Fakat maatteessüf Ehl-i Sünnet Ve Cemâat perdesi altına Vehhabîlik ve Haricîlik fikri kısmen girdiği gibi, siyaset meftunları ve bir kısım mülhidler, Hazret-i Ali’yi (R.A.) tenkid ediyorlar. Hâşâ, siyaseti bilmediğinden hilafete tam liyakat göstermemiş, idare edememiş diyorlar. İşte bunların bu haksız ittihamlarından Alevîler, Ehl-i Sünnete karşı küsmek vaziyetini alıyorlar. Halbuki: Ehl-i Sünnetin düsturları ve esas mezhebleri, bu fikirleri iktiza etmiyor belki aksini isbat ediyorlar. Haricîlerin ve mülhidlerin tarafından gelen böyle fikirler ile Ehl-i Sünnet mahkûm olamaz. Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyâde Hazret-i Ali’nin (R.A.) tarafdarıdırlar. Bütün hutbelerinde, duâlarında Hazret-i Ali’yi (R.A.) lâyık olduğu sena ile zikrediyorlar.

Səs yoxdur