Lemalar | Dördüncü Lema | 24
(19-26)

Hatta

cümlesine mâsadak olarak Hazret-i Ömer’in (R.A.) eliyle İran milliyeti ceriha aldığı için, intikamlarını hubb-u Ali sûretinde gösterdikleri gibi, Amr İbnü’l-Âs’ın Hazret-i Ali’ye (R.A.) karşı hurûcu ve Ömer İbn-i Sa’d’ın Hazret-i Hüseyn’e (R.A.) karşı feci muharebesi, Ömer ismine karşı şiddetli bir gayz ve adaveti Şîalara vermiş. Ehl-i Sünnet ve Cemâate karşı şîa-i velâyetin hakkı yoktur ki, Ehl-i Sünneti tenkid etsin. Çünkü: Ehl-i Sünnet, Hazret-i Ali’yi (R.A.) tenkis etmedikleri gibi ciddi severler. Fakat hadîsce tehlikeli sayılan ifrat-ı muhabbetten çekiniyorlar. Hadîsce Hazret-i Ali’nin (R.A.) şîası hakkındaki sena-yı Nebevî, Ehl-i Sünnete âidtir. Çünkü istikametli muhabbetle Hazret-i Alinin (R.A.) şîaları, ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemâattir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm hakkındaki ifrat-ı muhabbet, Nasârâ için tehlikeli olduğu gibi; Hazret-i Ali (R.A.) hakkında da o tarzda ifrat-ı muhabbet, Hadîs-i Sahihte tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.

Şîa-i velâyet eğer dese ki: Hazret-i Ali’nin (R.A.) kemâlât-ı fevkalâdesi kabul olunduktan sonra Hazret-i Sıddık’ı (R.A.) ona tercih etmek kabil olmuyor.

Elcevab: Hazret-i Sıddık-ı Ekber’in ve Faruk-u Âzam’ın (R.A.) şahsî kemâlâtıyla ve veraset-i nübüvvet vazifesiyle zaman-ı hilâfetteki kemâlâtı ile beraber bir mîzanın kefesine, Hazret-i Ali’nin (R.A.) şahsî kemâlât-ı harikasıyla, hilâfet zamanındaki dahili bilmecbûriye girdiği elîm vâkıalardan gelen ve sû’-i zanlara ma’rûz olan hilâfet mücahedeleri beraber mîzanın diğer kefesine bırakılsa, elbette Hazret-i Sıddîk’ın (R.A.) veyahut Fâruk’un (R.A.) veyahut Zinnurey’nin (R.A.) kefesi ağır geldiğini Ehl-i Sünnet görmüş, tercih etmiş. Hem, On İkinci ve Yirmi Dördüncü Sözlerde isbat edildiği gibi: Nübüvvet, velâyete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki; nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velâyetin cilvesine müreccahtır. Bu nokta-i nazardan Hazret-i Sıddîk-ı Ekber’in (R.A.) ve Farûk-u Azam’ın (R.A.) veraset-i nübüvvet ve te’sis-i ahkâm-ı risâlet noktasında hisseleri Taraf-ı İlâhîden ziyâde verildiğine, hilâfetleri zamanlarındaki muvaffakıyetleri Ehl-i Sünnet ve Cemâatce delil olmuş. Hazret-i Ali’nin (R.A.) kemâlât-ı şahsiyesi, o veraset-i nübüvvetten gelen o ziyâde hisseyi hükümden iskat edemediği için, Hazret-i Ali (R.A.) Şeyheyn-i Mükerremeyn’in zaman-ı hilâfetlerinde onlara şeyhü’l-islâm olmuş ve onlara hürmet etmiş. Acaba Hazret-i Ali’yi (R.A.) seven ve hürmet eden ehl-i hak ve sünnet, Hazret-i Ali’nin (R.A.) sevdiği ve ciddî hürmet ettiği Şeyhey’ni nasıl sevmesin ve hürmet etmesin? Bu hakîkatı bir misal ile îzah edelim. Meselâ: Gâyet zengin bir zâtın irsiyetinden evlâdlarının birine yirmi batman gümüş ile dört batman altun veriliyor. Diğerine beş batman gümüş ile beş batman altun veriliyor. Öbürüne de üç batman gümüş ile beş batman altun verilse; elbette âhirdeki ikisi çendan kemmiyeten az alıyorlar, fakat keyfiyeten ziyâde alıyorlar.

Səs yoxdur