Lemalar | Onbirinci Lema | 53
(49-61)

Ve itaat yolları içinde en makbûlü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şübhe HABİBULLAH’ın gösterdiği ve ta’kib ettiği yoldur. Evet, bu kâinatı bu derece in’âmat ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcemâl, zişuurlardan o ni’metlere karşı şükür istemesi, zarûri ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mu’cizat-ı san’atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette bilbedahe zîşuurlar içinde en mümtaz birisini kendine muhatab ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı hadd ü hesaba gelmez Tecelliyat-ı Cemâl ve Kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemil-i Zülkemâl, elbette bilbedahe sevdiği ve izharını istediği Cemâl ve Kemâl ve Esmâ ve san’atının en câmi’ ve en mükemmel mikyas ve medârı olan bir zâta, her halde en ekmel bir vaziyet-i ubûdiyeti verecek ve onun vaziyetini sâirlerine nümûne-i imtisal edip herkesi onun ittibaına sevkedecek, tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.

Elhasıl: MUHABBETULLAH, Sünnet-i Seniyyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibaından hissesi ziyâde ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip, bid’alara giriyor.

ALTINCI NÜKTE: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

Yâni sırrı ile: Kavâid-i Şerîat-ı Garra ve Desâtir-i Sünnet-i Seniyye, tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni îcadlarla o düstûrları beğenmemek veyahut hâşâ ve kellâ, nâkıs görmek hissini veren bid’aları îcad etmek, dalâlettir, ateştir.

Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâcibdir, terkedilmez. O kısım, Şerîat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyân edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevâfil nev’indendir. Nevâfil kısmı da, iki kısımdır. Bir kısım, ibâdete tabi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi Şerîat kitablarında beyân edilmiş. Onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, “âdâb” ta’bir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitablarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid’a denilmez. Fakat âdâb-ı Nebevî’ye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakîki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve âdât), muamelât-ı fıtriyede Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevâtürle ma’lûm olan harekâtına ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düstûrlarını beyân eden ve muaşerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere “âdâb” ta’bir edilir. Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtını ibâdete çevirir, o âdâbdan mühim bir feyz alır.

Səs yoxdur